Mahidevran Şimşekleri Üzerine Çekiyor

363 18 80
                                    

1520

Eski Saray

Odada çıt çıkmıyordu. Arada bir titrek mum ışıklarının aksinde derin derin solumakta olan kadının sesi duyuluyordu. Bu kadın ki yeşil ipekliler içerisindeydi. Boynuda ise som altından yapılma, muazzam işçiliğe sahip avuç içi büyüklüğünde bir koca altın sallanıyordu. Kulaklarında ise zümrüt küpeler parlıyor, beyaz ince uzun parmaklarında da değerli taşlardan olma yüzükler duruyordu.

O ki Çerkes halklarından gelme bir hasekiydi. Malhurub olan adı Mahidevran olarak değiştirilmiş, şimdilerde devrinin en güzeli sanıyla anılan bir sultan olmuştu. Doğrusu bu kadın bu sıfatı sonuna kadar hak ediyordu. Öyle ki iri yeşil gözleri, bembeyaz teni ve dalgalı sarı saçlarıyla görenlerine dudak ısırtan cinstendi.

Çerkes, dedik. O bir Çerkes prensesiydi. Babası İdar Mirza çetin savaşlar sonucunda Kafkasyada kendi
iktidarını kurmuş bir hükümdardı. Annesi Nazcan Hatun ise Kırım Hanedanına mensup Mengli Giray Han'ın kızıydı. Velhasıl soyca soylu olan bu haseki Osmanlı topraklarında da nüfuzlu, saygıdeğer bir hanımdı.

O bir zamanların şehzadesi olan Süleyman ile nikahlıydı. Süleyman'ın göz bebeği, kalbinin yegane sahibi ve de hanesinde huzur bulduğuydu. Bu büyük aşkın meyveleri de şüphesiz onlar için lütuf olmuştu. Manisa Sancağı'nda kucağına aldığı oğulları Mahmud, Mustafa ve de Ahmed...

...

" Arslanım ayağına cihanı serdi. Sana kimselere göstermediği hürmeti sundu. Nankör olma Mahidevran! "

Oturduğu Acem işi şiltelerin arasında huzursuzlukla kıpırdanmıştı. Öyle ki sabahtan bu yana mütemadiyen kafasında Valide Hafsa Sultan'ın bu sözleri yankılanmaktaydı. Bir kez daha derince bir soludu. Akabinde de önünde duran gümüş siniden bir elma aldı. Öfkeyle dişledi.

Hafsa Sultan ki yeni padişah Sultan Süleyman'ın anasıydı. Merhum padişah Yavuz Sultan Selim'in de eşi... Bu kadın ki duruşuyla, oturuşuyla tam bir abideydi. Üstelik huylarıyla da... Öyle ki merhamet dolu olan bu kadın sultan bir kez olsun adalet yolundan şaşmamış, hayır hasenat sahibi biriydi. Gelini Mahidevran'ı da severdi. Fakat ne olduysa bugün olmuştu. Kocasının Rus bir köleyle halvet olmasına sinirlenen Mahidevran, Valide'ye gitmiş ahvalden uzun uzun dert yakınmıştı. Ancak işin sonunda ağzının payını da almıştı. Azar yemiş bu da yetmezmiş gibi nankörlükle suçlanmıştı.

...

Az sonra kapı tarafında bir ses duymuştu haseki. Elmasının son lokmasını da yemiş, iri gözlerini kapıya doğru dikmişti. Belli ki biri huzuruna varacaktı.

" Abla..."

Yanılmamıştı. Gelen kız kardeşi Belkıs'tı. Yanında ise sarı bir kaftan içinde ela gözleriyle sevimlice bakan oğlu Mustafa vardı.

" Gel Belkıs gel ! "

Aldığı desturla içeri girmişti Belkıs Hatun. Mustafa ise kapıdan daha adımını atar atmaz validesine koşmuş ve ona sıkıca sarılmıştı.

" Aman Mustafa'm dikkatli ol ! Kardeşine zeval gelmesin."

Mahidevran'dı bu. Yeşil ipeklisi önünde belirginleşen karnına nispeten oğlu Mustafa'yı gülerek uyarmış, ardından da onu bir güzel öpüp kokladıktan sonra az ötede duran sedirde ahşap atıyla oynamasını söylemişti.

O sırada Belkıs, ablasının yanına çökmüş ve onu sorgularcasına yüzüne bakmıştı. Zira anlamıştı ki ablasının canı bir şeye sıkkındı. Aksi halde onu bu saatte bulamazdı. Öyle ki keyfi yerinde olan Mahidevran bu saatlerde meşkanede olurdu.

" Neyin var abla ? "

Mahidevran'ın da beklediği soru buydu. O ki içini dökmek istiyor, kederine ortak arıyordu. Bu sebepten kardeşini pek bekletmedi. Evvela göz ucuyla az ileride kendine oyuna kaptıran oğluna baktı ve derince bir iç çektikten sonra konuşmaya başladı.

" Bu sabah kalkıp validemizin yanına vardım. Zaten kendileri de beni bezirgandan gelen kumaşları seçmem için çağırtacakmış. Lakin işte konu konuyu açtı. Laf şu Kırımlı köleye geldi. Ben de ' buna ne lüzum vardı validem ' deyince... "

" Eee... "

" Bana nankör dedi. Nankör ! Ne diyeceğimi şaşırdım. Müsaade isteyip hemen ayrıldım huzurundan.  "

Ağlamaklıydı haseki. İçine dokunan bu sözden olsa gerek üstelik tir tir de titremekteydi.

" Sana kaç defa dedim abla, Hafsa Valide seni sevmiyor, diye. Onun için varsa yoksa gelini Melekcihan... Sırf kendi soyundan, Arnavut diye onu tutuyor. Malum Melekcihan da bir şehzade anası."

" Validem beni sever, Belkıs. Lakin bugün bana nankör demesi... "

" İçinde tutmuş belli ki. Allah bilir ne vakittir yüzüne söylemek istermiş. Ah... Benim güzel ablacığım sen üzülme.  "

" Nasıl üzülmem ? O Kırımlı iki gecedir üst üste halvete gider oldu.  "

" Bizim Alexandra... Şu Rutenyalı köleden mi bahsedersin ?  "

" Bizim deyip durma şuna !  "

Susmuştu Belkıs Hatun. Başını yere eğmiş ve gözünün önüne Rutenyalıyı getirmişti. Alexandra ki aslen Slav olan bir köle, oradan da Kırım Saray'ına satılan... Ve Sultan Süleyman'ın saltanat hediyesi olarak valideye sunulan...

Doğrusu üzülmüştü Belkıs. Zira bahsi geçen bu kız epey vakittir hem onların hem de bu Eski Saray'ın neşesi olmuştu. Hatta onunla söyleşmişler, onu sohbet arkadaşı olarak müsahibelerine dahil eylemişlerdi. Latif, şen, eğitimli bir hatundu ne de olsa Alexandra. Güleç yüzlü, terbiyeli de.

Şaşılacak olan da onu bu sarayda en çok Mahidevran kollardı ya. Ah...

...

İki kardeş dert yakınadursun o sırada sedirinde oynamakta olan Mustafa konuşulanlara kulak kabartmış, muhabbetin sonunda da ' Büyük validemi görmek isterim.' diye tutturmuştu. Mahidevran onu götüremezdi. Götürmek istemezdi. Malum bir kez de olsa kırılmıştı valideye. En nihayetinde bu iş teyzesi Belkıs'a düşmüştü. Belkıs da el mecbur şehzade yeğenini hazırlayıp Valide Hafsa Sultan'ın dairesine doğru büyük bir can sıkkınlığıyla yönelmişti.

...

***

" Anlat bakalım Mustafa'm, validen başka ne dedi ? "

Henüz beş yaşında bir çocuktu, Mustafa. Hafsa Sultan ise yılların kurdu... Hal böyle iken çocuktan haber almaktan kolay ne vardı öyle değil mi ? İşte şimdi de bunu yapıyordu. Torununun önüne birkaç lokma koyup gelinlerini böyle böyle yönetiyordu.

" Siz valideme nankör demişsiniz. Validem size çok kızdı. Yanınıza gelmek istemedi. Sizi görmek istemediğinden beni teyzem getirdi."

" Validen pek inat Mustafa'm. Korkarım onun bu huyları ileride başına dert açacak."

Manalı manalı başını sallamıştı, Hafsa Sultan. Sonra da pek sevgili torunu Mustafa'sına bakmış ve içtenlikle gülümsemişti.

" Sen bunları unut Mustafa'm. Validenle ben gün gelir elbet yine iyi oluruz. Yeter ki sen iyi ol. Kendine bir şeyleri dert etme sakın. "

İyiden iyiye bozarmıştı Valide. O ki gelini Mahidevran'ın Çerkes inadını, onun bu şımarıklığının kaynağının bizatihi oğlu Süleyman'dan geldiğini de iyi bilirdi. Oysa diğer gelinleri hiç öyle miydi ?

Mükerrem ile Melekcihan... İkisi de Süleyman'ın haremiydi. Bu devlete nice evlat vermiş, verip de çoğunu daha küçük yaşlarında toprağa koymuş olanlardı. Edep ne usul ne bilirlerdi. Üstelik hiçbir vakit de rakibeleri Mahidevran misali şımartılmamış, el üstünde tutulmamışlardı. Ancak hal buyken bile bir gün olsun saygıda kusur etmemişler, hele de validelerinin ardından tek bir kötü söz söylememişlerdi. Fakat ya Mahidevran... Ona ne oluyordu ?

...

Yorumlarınızı bekliyorum. ✨

Çerkes Haseki : Mahidevran ✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin