Hafsa Sultan Ağlarını Örüyor

240 12 51
                                    

1520

Devletin yeni padişahı, Sultan Süleyman sincap kürkünün altında düşüncelere dalmış halde at sürüyordu. Sonbahar gelmişti. Hazan rengine bürünmüş yapraklar atı Kızılcık'ın ayakları arasında çıtırdıyordu. Yanında ise hepsi Türklerden oluşan yirmiye yakın sipahileriyle Saruhan Sancağı'ndan bu yana şehzadelik günlerinin hatırası Pargalı da vardı.

Pargalı... Bu gençce olan adamın adı İbrahim'di. Aslen Rum bir balıkçının oğlu olan bu adam vaktiyle esir edilmiş akabinde de Manisa'daki zengin ve dul bir kadının hizmetine girmişti. Ancak kader bu ya, ava meraklı olan Süleyman yine bir gün çıktığı av esnasında bu genç adamın içleri eriten keman sesini işitmiş ve dahi o günden sonra da İbrahim'i bir gün olsun yanından ayırmamıştı.

Bir zamanların konak hizmetlisi olan İbrahim, ilkin şehzadeye arkadaş şimdilerde de bu padişah arkadaşına da hasodabaşısı olmuştu. Doğrusu hasodabaşılığı öyle kolaylıkla erilecek bir makam değildi. Evvela padişahın canını koruyacak bunun için de padişahla sıkı bir güven inşaa edecekti. Nitekim Valide Hafsa Sultan onun bu yükselişi karşısında öfkelenmiş ve hatta İbrahim'i kenarıya çekip ona güzelce ikazlarda dahi bulunmuştu. Lakin boş... Öyle ki Sultan Süleyman bu en değerli dostuna yalnızca makam vermekle kalmamış onun ödeneğini de iki katına çıkartmıştı.

...

Vakit öğleye gelirken Süleyman çoktan Eski Saray'a varmıştı. Öyle ki atalarının geleneği cuma namazından evvel anasının elini öpmesini söylerdi. Bu bir adetti. Süleyman da tahta çıktığı günden beri bu adeti sürdürüyordu.

Padişah daha saray kapısından adımını atmamıştı ki haremağalarından Arslan Ağa'nın sesi bir vaveyla misali yankılanmıştı. Malum saraya padişah geliyordu ve hal böyle iken harem içinde selametle dolaşan kızların ses etmeyip kendilerini daireye kapatmaları gerekiyordu. Zira kaideler bunu emreder, hiçbir cariyenin sultana görünmemesini söylerdi.

Bir süre sonra koca kanatlı kapıların açılmasıyla içeri sincap kürkünden arınmış, gök mavisi bir kaftan içinde gayet dik bir şekilde yürüyen Süleyman girmişti. Onun girmesiyle desturlar çekilmiş ve en nihayetinde de Valide Ayşe Hafsa Sultan'ın daire kapısı saygıyla ardına dek açılmıştı.

" Validem. "

" Gel Arslanım. Hoş geldin, sefalar getirdin."

Varıp validesinin elini öpmüştü sultan.

" Cumanız mübarek olsun. Rabbim sizi başımızdan eksik etmesin validem."

Gururlanmıştı Hafsa Kadın. Bu sonbahar gününde sanki bahara durmuşcasına çiçeklenmiş, neşelenmişti.

" Senin de cuman mübarek olsun oğlum. Rabbim sana da bu kutlu devletimize de uzun ömürler versin inşallah. "

" Amin. "

Keyfisizdi Süleyman. Hafsa ki daha oğlunun iri ela gözlerine bakar bakmaz anlamıştı bunu. Belli ki canı bir şeye sıkkındı oğlunun.

" Hayırlar olsun, yüzünden bir sıkıntı okunur. Neyin var söyle hele ? "

Elini kartal gagasını andıran kavisli burnuna doğru götürmüştü Süleyman. Ardından da boğazını temizlercesine öksürmüş ve de derince bir iç çekmişti.

" Canberdi Gazali... Saltanatımı tanımaz, tanımadığı gibi de kendi adına hutbe okuturmuş. Lakin Ferhad Paşa hakkından gelecektir. Ona itimadım tam. "

Gerilmişti valide. Toz bulutu cinsindeki gri gözlerini oğlunun yüzünde gezdirip ince dudaklarını birbirine kenetlemişti.

" Seni, iktidarını tanımayan herkesin akıbeti bellidir elbet. O Canberdi'nin derisi yüzülüp atılsa yeridir. Lakin sen üzülme arslanım. Dediğin gibi kulun Ferhad Paşa üstesinden gelecektir. "

Çerkes Haseki : Mahidevran ✨Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin