Şafak daha sökmemişti ki Eski Saray'ın önüne atlılar konuşlanmıştı. Öyle ki Süleyman, cariyesi Hürrem'den dün gecenin hesabını soracaktı. Süleyman'ın adımları sertti. Nasıl ki saray kapısından içeri girmiş validesine dahi uğramadan doğruca kızlar taşlığına yönelmişti.
" Arslan Ağa ! "
Süleyman'ın sesi şimdi sarayın çinili duvarlarında yankılanmaktaydı. Belli ki hayli öfkeliydi.
" Emredin padişahım. "
" Hürrem Hatun nerede ? "
...
Hürrem Hatun'un odasına giden koridor, sarayın en sakin ve loş bölgelerinden biriydi. Fakat Süleyman'ın adımları yankılandıkça o koridor nedense pek bir kıymetlenmiş, gözden ırak olan yer sanki erişilmesi güç bir nadide mertebeye dönüşüvermişti.
Nihayet Süleyman, kapının önüne geldiğinde bir an duraksamış ve yanında duran kızlarağasına bir bakış atmıştı. Bunun üzerine Arslan Ağa, ellerini karnı üzerinde birleştirmiş, ve iki adım kadar geri çekilerek sırtını taş duvara yaslamıştı.
O sırada padişah derin bir nefes alarak kaşlarını daha da bir çatıp kapıyı sertçe açmış ve ela rengi gözlerini bir şahin edasıyla dairenin içinde gezdirmişti.
Hürrem... Evet, Hürrem arkası dönük vaziyette bir divanın üzerinde oturmakta ve dahi sanki gelen bir elmiş gibi kızıl saçlarını örttüğü mavi şalına daha bir sıkı sarınmaktaydı.
"Bu ne cüret Hürrem?"
Şüphesiz ki Süleyman'ın sesi öfke doluydu lakin doğrusu içinde bir parça kırgınlık da vardı. Öyle ya dün akşam kendisini çağırdığı halde huzura gelmeyen bu Rus kızı şimdi de yanına gelen sultanı karşısında ayağa dahi kalkmıyor, kalkmadığı gibi de bir de sırtını dönüyordu.
" Hünkarım, beni affedin. Bağışlayın."
Süleyman, Hürrem'in bu sözlerine kulak vermek istemiyordu. Hele ki böylesi bir özrü kabul edecek de değildi.
" Derhal bana izahat ver. Dün akşam gelen ağaları geri göndermişsin. Çağırdığım halde gelmek istememişsin. Kaideleri hiçe sayıp yetmezmiş gibi ağalara karşı itibarımı yerle bir etmişsin. "
Ah, o an Hürrem'in mavi buzlu gözlerinde yaşlar birikmeye başlamıştı. Konuşsa sesi titreyecekti biliyordu fakat gayrı susamazdı.
"S... Sü... Süleyman, tek istediğim saadetin. "
Süleyman tatmin olmamıştı. Öyle ya ne demeye çalışıyordu bu kadın ? Hem olan biten her neyse Hürrem'in gözlerindeki samimiyeti görerek işitmek istiyordu.
" Yüzünü dön öyle anlat. Hürrem... Dün gece neler olduğunu dosdoğru anlat bana. Belki o zaman seni bağışlarım. "
Hürrem bu emirle birlikte istemeye istemeye yavaşça yüzünü Süleyman'a doğru dönmüştü. Dönmüştü dönmesine fakat o da ne? Hürrem mavi şalının ucundan tutup yüzüne geriyor ve yüzünü saklamak için peçe yapıyordu.
" Hürrem ! Sen ki benim kulumsun, cariyemsin. Karnında evladımı taşırsın. Ne cüretle bana yüzünü göstermezsin. "
Haklıydı Süleyman. Kaldı ki bu saygısızlığı haliyle kendine bir hakaret gibi görüyor, bu işe bir akıl sır da erdiremiyordu.
Hal böyle olunca daha fazla dayanamayıp, bir el çabukluğuyla Hürrem'in başında duran şalı hızla kendine doğru çekmişti cihan hükümdarı. Lakin... Lakin o an gördüğü manzara karşısında dehşete düşmüş; Hürrem'in yüzündeki tırnak izleri, şişlikler, kanı kurumuş yaralar ve gözünün etrafındaki morlu yeşilli halkalar Süleyman'ın ela gözlerinde endişe, acı, keder ve de öfkeye dönüşmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çerkes Haseki : Mahidevran ✨
Historical FictionBen Mahidevran Sultan! Çerkeslerin gururlu kızı, Osmanoğlu hanedanının ise bahtsız sultanı... ... Kanuni Sultan Süleyman Han'ın bir dönem gözdesi, Şehzade Mustafa'nın annesi olan Baharay Mahidevran Sultan'ın hayatını siz değerli okuyuculara, tarihin...