H.

15 3 1
                                    

Sabah uyandığımdığımda dün gece penceremin önündeki manzaranın rüya mı yoksa gerçek mi olduğundan emin olamadım. Telefonuma baktım ve evet... O dün gece buradaydı. Neşem öyle yerindeydi ki radyo açıp hazırlanmaya başladım. Saçlarıma maşa yaptım, makyaj yaptım. Krem rengi keten elbisemi giyip, altıma kahverengi botlarımı giydim. Güzel bir kasım sabahında midemde uçuşan kelebekler ile CafeIn'e gittim. Hazem henüz gelmemişti. Kendime güzel tatlı bir kahve aldım ve ofise geçtim. Ofiste henüz kimseler yoktu. Asansörü çağırdım. Asansörün kapısı açıldı ve Hakan insanın ruhunu hedef alan mavi gözleri ile bana bakıyordu. Gözlerinin içi ile gülümsedi.

-Bade Hanım! Nasılsınız efendim?
-Teşekkür ederim Hakan Bey. Siz nasılsınız?
-Çok iyiyim. Her şey yolunda mı?
-Evet, evet yolunda her şey. İyi günler Hakan Bey.
-Görüşürüz Bade.

Bu koku... Adada motorla gezerken içime işleyen, büyüleyici koku. Hakan'ın neşeli ve çok rahat tavrı beni rahatlattı. Çekinilecek bir durum yoktu. Olanları unutmuş gibiydi. Zaten Hazem ve ben... Telefonuma baktım. Hazem bir hikaye paylaşmış. "CafeIN  çok yakında Güzel Atlar Diyarı'nda!" Hikayesini beğendim. İşime odaklandım ve haftalık yapacaklarımı tamamladım. Sabah 10 da uçağımız vardı bu yüzden bu gece güzelce dinlenmem gerekiyordu. Yoksa bu tempoya vücudum bir dur diyecekti. Ofisten çıkıp eve giderken CafeIn'e uğrayıp , uğramamak konusunda kararsız kaldım. Abartmaya gerek yok. Zaten yarın sabah göreceğim.
Eve gelirken Dilara aradı ve çok yorgun olduğunu, bugün dışarıdan yemek istediğini söyledi. Ben de evin hemen yakınındaki dönerciden dürüm dönerler yaptırıp eve geldim. Dilara'yla yemeğimizi yerken birden soğuk bir ifade ile konuştu.

-Cansu aradı beni.
-...
-Seni de sordu.
-Neyimi sordu?
-Hiç arayıp sormuyormuşsun.
-Hımm. Çok yoğun deseydin.
-Ben demedim ama o dedi.
-Nasıl yani?
-"Tabii iki iş birden yapmak kolay değil" dedi. Biliyor yani Hazem'le iş yaptığını.
-İyi bilmesine sevindim.
-Ama tabii o kadarını biliyor anladığım kadarıyla.

Dilara'nin ne ima etmeye çalıştığının farkındaydım ama şu anda keyfimi kaçırmasına müsaade edemezdim. Yemeğimi yiyip duşa girdim. Duşta şarkı söylediğime göre keyfim hala yerindeydi. Yatağıma geçtim ve uzandım. Gözüm kitaplığımda okunmayı bekleyen kitaplarıma takıldı, içlerinden bir tanesini seçtim. Yarın belki yolda başlayabilirdim. Barış Bıçakçı'nın "Bizim Büyük  Çaresizliğimiz"  kitabını çantama koydum ve tekrar yatağıma uzandım. Hazem'e yazıp yazmamak konusunda kararsız kalmıştım ve yazmadım. O da yazmadı.

Sabah 7 de alarm ile uyandım. Hızlıca kalktım ve hazırlandım. Kapıya indiğimde Hazem bekliyordu. Arabaya bindiğimde arabanın içi mis gibi kahve ve kurabiye kokuyordu.

-Günaydın! Umarım seni cumartesi sabahı bu saatte kaldırdığım için bana küfür etmiyodundur içinden.
-Olur mu? İşimiz var daha tabii ki erken kalkacağız.
-Nasıl geçti haftan?
-İyiydi. Çok yoğun değildim bu hafta. Planımız ne şimdi?
-Şimdi plan şu, önce kendimizi otele atıyoruz. Sonra mekana geçeceğiz mimarlarla birlikte. Onlar da 1 saat sonra uçacaklar. Sonra onlar gerekli çalışmaları yaptıktan sonra çok güzel bir restoranda yemek yiyeğiz.
-Harika, dolu dolu bir gün olacak o zaman.

Kayseri'ye indiğimizde araç kiralama şirketinden arabımız gelmişti. Araca binip, yola çıktık. Bu şehir gözüme farklı bir güzel görünmeye başladı. Otele giderken yol boyunca sevdiğimiz şarkıcılardan konuştuk. Otele geldikten sonra bir koşturmaca başladı ve mimarlarla buluştuk. Dekorasyon için görüşülmesi gereken kalemleri belirledik. Hazem her şey ile o kadar ayrıntılı ilgileniyordu ki bu titizliği beni de şevklendiriyordu. Hiçbir ayrıntı önemsiz değildi onun için. Akşamüstü otele döndük, yemek için hazırlanmak üzere odalarımıza çıktık. Hazem hala ikimiz için de ayrı oda tutuyordu. Ben aksini talep etmedikçe bu konuda herhangi bir adım atmayacak kadar da net bir çizgisi vardı. Odaya geçip, duş alıp, hazırlandım. Siyah beyaz karışık bir dizüstü triko elbise, ince siyah çoraplar ve topuklu botlarımı giymiştim. Hazem ile aynı anlarda odamızdan çıktık. O da gri bir örme hırka ile siyah bir kot giymişti. Birlikte araca indik ve yoka çıktık. Restorana geldiğimizde hava kararmıştı. Şık bir restorandı. Rezervasyon yaptırmıştık ve şömine başı bir masaya oturduk. Yemeklerimizi sipariş ettik. O sırada kapıdan orta yaş üstü bir adam kasıla kasıla girdi. E bu bizim mal sahibi halıcı değil mi? Yanında güzel bir kadın ve biri neredeyse benim yaşlarımda 2 genç kız var. Beni gördü.

-Hazem bak! Osman Bey'ler geldi!

Hazem'in bakışları donuklaştı ve bana tebessüm etti ama dönüp arkasına bakmadı. Osman Bey bizi görünce gülümseyip, ailesi ile yanımıza doğru yürüdü.

-Selamınaleyküm, afiyet olsun.
-Merhaba Osman Bey!
-Merhaba, teşekkürler.

Osman Bey yanındaki kadına dönüp bizi tanıttı.

-Damla bak yeni kiracılarımız.

"Damla"? Nasıl yani? Bir anda beynimde şimşekler çaktı. Kadın çekingen ve tuhaf bir hinlikle bize baktı.

-Hayırlısı olsun.

Hazem kafasını asla kadına doğru çevirmiyor, bunun için özel bir çaba sarf ediyordu. Ben gerilmeye başlamıştım ama durumu idare etmeye çalışıyordum. Osman Bey oldukça bayağı bir tavırla konuşmasına devam etti.

-Bunlar da benim mankenler. Bir tane de futbolcu var bakalım o da gelecek yaz geliyor inşallah. Sizde var mı baş belası?
-(...) boş bir tebessüm halinde Osman Bey'in talk showunu izliyorduk.

İstediği sohbeti bulamayınca bizden uzak bir masaya doğru yerleştirdi ailesini Osman Bey.

-Biliyordun değil mi?
-Neyi?
-Osman Bey'in Damla'nın eşi olduğunu.
-Biliyordum.
-O yüzden mi tuttun burayı? Neden?
-Hayır burayı tutmak istediğim için tuttum.
-Başka hiç yer kalmamış gibi...
-Ne önemi var? Üstünden yıllar geçmiş. Beni tanımadı bile.
-Tanıdı. Tanıdığına eminim.
-İnan artık bir anlamı yok. Çocukluk işte.
-Öyle değil. Tuhaf hissediyorum.
-Neden?
-Bilmiyorum bir oyunun içinde gibi. Sanki bir yalanın... Neden bilmiyorum ama bu durum bana tuhaf geldi.
-Yemeğimizden keyif almaya devam edebilir miyiz? Ya da eğer istersen otele dönebiliriz.
-Peki, dönelim lütfen!

Yol boyunca konuşmadık. Otele geldiğimizde de aramızda buzdan bir duvar vardı. Yaşadıklarımı anlamlandıramadım. Hazem beni çocukluk aşkının kocasından alacağı bir intikamın bir parçası mı yaptı? Bu olamaz, bu kadar düşmüş olamaz... Peki öyleyse bu olanlar ne anlama geliyor.

Otele döndüğümüzde herhangi bir teklifte bulunmadı. Direkt odalarımıza geçtik. Odaya geçtiğimde istemdışı gözümden birkaç damla yaş süzüldü. Kendimi kandırılmış hissediyorum. Pencerenin kenarına oturup, manzaraya daldım. Dilara'dan mesaj geldi. Bir fotoğraf göndermiş.

Not: "Sonbahar en zor mevsimdir

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Not: "Sonbahar en zor mevsimdir. Yaprakların hepsi dökülüyor ve yere âşıkmış gibi düşüyorlar."
H.

-Bu ne?
-Sana gelmiş. Sen Hazem'le değil misin Bade?
-Bir dakika olamaz! Hazem burada. Nasıl olur?
-E bu kim o zaman?
-Bilmiyorum ki sorsam mı Hazem'e?
-Sor tabii ki kızım!

Hazem niye böyle bir şey yapsın ki? Yan odamda yatıyor. Hakan? Saçmalama artık istersen Bade! Hakan sana niye durduk yere çiçek göndersin? Dünya etrafında dönüyor sanıyorum ama çok fena yanıldığımı bu gece gördük. Olsa olsa Hazem. Yazacağım. Dengemi alt üst etti. Direkt çiçeklerin fotoğrafını gönderdim ve hemen cevap geldi.

-"güzel görünüyor?"
-"teşekkür ederim."
-"neden?"
-"Çiçekler için."
-"Çiçekleri ben göndermedim Bade."
-"...yazıyor... yazıyor...."

Ne denilebilir ki? Rezil oldum. Hazem'e gizli hayranımı açık ettiğime mi utanayım, gelen çiçekleri onun bana göndermiş olduğuna inanmama utanayım... Yine yerin dibindeydim, yine yerin dibinde...

İZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin