Melih ve Kerem'i görmemin üstünde dört gün geçti. Ozan'ı görmek ise büyük bir eziyet. Paşa hazretlerine artık ayak bağı olmadığım için sağlam piyasa yapıyor kendisi. Yanında gördüğüm kızı ertesi gün göremiyorum. Her gün aynı yemek yenmez felsefesiyle tam gaz ilerliyor.
Bugün ise yanında sarışın at gibi bir hatunla geziyordu. At kelimesini iltifat olarak kullanmıyorum yanlış anlamayın. Suratı ata benziyordu. Bir balya saman versem oturup yiyecek. Hayır abartmıyorum ama düşündükçe tansiyonum düşüyor.
Ben de düşen tansiyonumu dengelemek için şimşir büfeden bir küçük ayran alıp kızların yanına, her zamanki masamıza oturdum. Filiz'in ara jüri yaklaştıkça inekliği tutmuştu, çizim tabletini açmış hunharca çiziyordu. Bu kızın bu kadar çalışması vicdan azabı çekmeme sebep oluyor. Ama şu an kriz halindeyim hiç de kalkıp kolon kiriş koyamam binaya.
"Aylin'i arasanıza biriniz. Sabah erkenden çıkmış hiç görmedim." dedim.
Eda telefonundan kafasını kaldırıp "Sizin haberiniz yok, olay dedikodum var." dedi sinsi sinsi gülerek.
Filiz hiç oralı olmasa da benim doğal besin kaynağım dedikodu olduğundan heyecanlanmış ve hemen masaya eğilip dedikodunun gelmesini bekler pozisyona geçmiştim. Eda'da benim gibi masaya eğildi.
"Aylin, Gökalp'le alışverişte." dedi.
Gökalp'in, Aylin'den hoşlanması yeni bir haber değil. Onu anlamamak için mal olmak gerekir. Ama Aylin'in Gökalp'le buluşması ve first date için alışveriş merkezini seçmeleri biraz şaşırtıcıydı. "Ohanzi!" dedim bir anda. Tam o sırada karşımdaki sandalye çekildi. Aylin gelmişti. Bir bana bir Eda'ya baktı.
"Noldu! Dedikodu mu var?" dedi. Tatlım dedikodu yok, sen dedikodunun ta kendisisin.
"Dedikodu sende asıl. Gökalp'le buluşmuşsunuz?" dedim sinsice gülümseyerek.
Aylin hemen ellerini çırptı ve "Ayy evet çok eğlendik. Önce brunch yaptık, sonra alişverişe gittik. Hatta yarın da birlikte maniküre gidicez. Kafalarımız acayip uyuyo." dedi. Kaşlarım bi anda çatıldı, anlamamıştım. Nasıl bir dateti bu diye düşünürken Aylin arkasına yaslandı ve "Hiç gay yakın arkadaşım olmamıştı. Süper bir şeymiş." dedi kocaman gülümseyerek. Evet şimdi anladım, sanırım Aylin için bir date değildi bu. Aylin Gökalp'in eşcinsel olduğunu düşünüyordu.
Ha anlattıklarından sonra benim de kafam karışmadı değil. Ulan acaba Gökalp eşcinsel olabilir mi diye bir düşündüm. Ama Gökalp'in eşcinsel olmadığını ve Aylin'den baya hoşlandığına emindim. Sadece Gökalp'in gay olmadığını Aylin'e nasıl açıklayabilirim diye düşündüm. En kolayı açıklamamaktı. Kendi kendine bunu yakında çözeceğine emindim.
"Kızlar, saat dört oldu." dedi varlığını bile unuttuğumuz Filiz.
"Saatin dört olmasının beni ilgilendirdiğini sana düşündüren ne?" dedim ayranımdan bir yudum aldıktan sonra.
Filiz gözlerini devirdi ve çizim tabletini kapatıp çantasına koydu. "Siz mailleri hiç okumuyor musunuz?" dedi.
"Mail ne, yeniyor mu?" dedim.
"Ay bu kızın şakalarda öldürüyor beni." dedi ve gözlerini devirip devam etti "Asistan hoca mail atmış, çok ünlü bir mimarın konuşması varmış konferans salonunda. Tüm fakülte öğrencileri kesinlikle katılsın yazmış bir de beş tane ünlem koymuş."
Bir de sanki çok önemli bir şey anlatıyor gibi oturdum dinliyorum, yazıklar olsun bana. "Asistan beş tane ünlem koydu diye konferansa falan gidecek değilim." dedim ve gözlerimi devirdim.
Ama tam 15 dakika sonra konferans salonunda buldum kendimi. Benim kararlılık süresi bu kadardı işte. Ama ciddi baskı ve manipülasyon altında olduğumu da belirtmek isterim. Biz konferans salonuna girdikten bir kaç dakika sonra o bahsi geçen çok ünlü mimar sahneye çıkmıştı. Alkış kıyamet koparken şimdiden sıkıldığımı hissederek etrafıma bakınmaya başladım. İki ön koltuğumda Ozan yanında yine farklı bir kızla oturuyordu. Doymadı gerçekten, çıldırıcam. Doy artık, DOY!
Bakışlarımı hızla oradan çekip başka yerlere bakınırken bir çift yeşil göz ile karşılaştım. Gerçi gözler genelde çift olur. Betimlemelerimin kusuruna bakmayın siz. Ne saçmalıyorum ben? Göz göze geldik işte. Melih'le evet. Ama bütün vücudumun ürperdiğini hissettim. Üstelik herkesin odağı sahnedeyken onun bana bakıyor olmasını da garipsedim. Ona bakmaya devam ettim, o da gözlerini hiç kaçırmadı benden. En sonunda pes eden ben oldum. Aradaki bu tuhaf elektiriğe daha fazla tahammül edemeyeceğimi düşünerek önüme döndüm.
Yaklaşık 20 dakika sessizce ve 0 odakla sahneyi izledikten sonra bir dürtüyle tekrar arkamı dönüp Melih'in olduğu tarafa baktım. Yine bana bakıyordu. Ama bu sefer ben döndüğümde kafasını çevirmişti. Hayır hiç mahcup olmuş ya da utanmış gibi çevirmedi kafasını. Oldukça ifadesiz ve soğuk görünüyordu. Mideme hafif bir krampın girdiğini hissettim.
Onu gördüğüm son zamanı ve istemsizce dudaklarını hatırladım. Hatırladığım şey yüzümün kıpkırmızı olmasına, yanaklarımın alev gibi yanmasına sebep oldu. Biraz hava almaya ihtiyacım vardı. Çantamı aldım ve hiçbir şey söylemeden ayağa kalkıp konferans salonunun çıkışına ilerledim.
Dışarı çıkıtğımda ve tenim rüzgarla buluştuğunda kendimi daha iyi hissettim. O neydi öyle, 15 yaşındaki ergen kızların ıslak rüyaları gibi. Niye elin adamının dudaklarını düşünüp düşünüp duruyordum ben. Konferans salonunun önündeki banklardan birine oturup sapkın düşüncelerimden arınmak için gözlerimi kapatıp derin derin nefesler almaya başladım. Dördüncü derin nefesimi alırken yanıma gelip pat diye birinin oturduğunu hassas duyularımla algılayıp gözlerimi açtım ve kafamı çevirince Melih'le karşılaştım. Hiçbir şey demeden ona bakarken o gülümsedi ve "Burnum hala acıyor biliyor musun?" dedi ukala tavrıyla.
Benim ise kalp ritmim tekrar hızlanmıştı. Ama kalp bu sonuçta, atmaktan başka neye yarar?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üniversite Yılları
Teen FictionSınavlar, aşk, dersler, arkadaşlık... Üniversite hiçbir zaman kolay değildir. Yurttan atılmak, bir ev bulmaya çalışmak, aşık olduğunuz çocuk tarafından kabaca reddedilmek. Daha fazlası için sayfaları çevirmeye başlayın. Her gün yeni bölüm