fotoğraf karelerini anlayamayız

46 7 24
                                    



jeonginle tanışmamızın üzerinden henüz bir gün geçmişken ertesi gün sokakta karşılaşıyorum onunla. bu garip hissettiriyor çünkü iki yıldır burada olmama rağmen bir defa bile onu gördüğümü hatırlamıyorum.

"hyunjin!" diye sesleniyor oturduğu merdivenden ayaklanırken. yanında en fazla yedi sekiz yaşlarında görünen küçük bir kızla meyve suyu içiyor.

"naber?" diyorum yanına ilerlerken. "iyi, sokaktakilerin kombinlerini yorumluyorduk seol'la."

65 yaş aktivitesinden keyif alması gülme isteği uyandırıyor ben de. yanındaki kız da ayaklanıp yanıma geliyor. "senin kombinini beğenmedim." diyor bilmiş bir tavırla. "tişörtün solmuş hep ve ayakkabınla uyumsuz."

gülüyorum söylediğine ancak çok bilmiş çocuklardan pek haz etmiyorum. "ben beğendim, vintage duruyor!" diyor jeongin seol'a kaşlarını çatıp uyarırcasına bir bakış atarken.

"o ne be! vitıçmış, eski işte!" kısacık boyuyla olduğu yerden kafasını kaldırıp yüzüme bakıyor. ona doğru eğilip üzerini inceliyorum yalancı bir memnuniyetsizlikle. "kırmızı bir elbise giyiyorsan beyaz çorap giymelisin bir kere, siyah hiç olmuş mu!"

çocukla çocuk olmamam gerektiğinin farkında olsam da bu yerden bitmeyle inatlaşıyorum.

"hah! sen modadan ne anlarsın, bunu anneannem benim için dikti, park shin hye bile aynısını giyiyor!"

alayla gülüyorum. "ona daha çok yakışmış o zaman."

kafamı jeongine çevirdiğimde hayretle bizi izliyor dudaklarını birbirlerine bastırırken. utanıyorum birkaç saniyeliğine ve ayaklanıyorum.

"yeni bir düşmanın var, muhtemelen evini öğrenip ziline basıp kaçacak bir süre." gülüşünü bastırmaya çalışıyor.

"jeongin! planlarımı ona söyleme!" küçücük kız jeonginle ahbapmış gibi bir samimiyetle konuşuyor.

jeongin ağzına fermuar çekip tekrardan bana dönüyor. "okuldan mı geliyorsun?" kafamı sallıyorum.

"yorulmuşsundur biz seni tutmayalım öyleyse."

"evet git hadi, işimiz var bizim!" jeonginle sohbet etmemi istemiyormuş gibi kovuyor beni seol.

"ben de katılabilir miyim size öyleyse?" diyorum sahte bir şekilde ona gülümseyip.

"hayır!"

"evet!" ikisi aynı anda konuşurlarken jeongin kaşlarını çatıp bakışlarını seol'a indiriyor.

"büyüklerine karşı saygısızlık yapmayacağın konusunda anlamıştık seol." kız omuz silkip arkasını dönüyor trip atar gibi.

"bir daha seninle seksek oynamayacağım o zaman jeongin, git de hyunjinle oyna!"

jeongin gözlerini devirip ona doğru gidiyor ve bir anda arkasından tutup omuzlarına alıyor çevik bir şekilde. seol kahkaha atarken onun gönlünü almanın bu kadar basit olduğunu anlayabiliyorum.

"eğer hyunjin de bizimle olursa on beş dakika boyunca omuzlarımda kalabilirsin." diyor jeongin inanılmaz bir fedakarlık örneği gösterirken.

"tamam, gelsin ama kuralları bilmesi gerek..."

yüzüme bakmadan konuşan seol'a dönüp merakla soruyorum. "neymiş kurallar?"

"öncelikle sarı renkli olan hiçbir şeyi beğenmek yok, sarı renk giyen birisini gördüğünde şunu yapman gerek." elini göğsüne doğru götürüp kusuyormuş gibi yapıyor. jeongin de destek verir gibi kafasını sallıyor.

öğlen ayartması | hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin