yağmurlar gökyüzünü günışığından kıskandığından ortaya çıkar

40 5 19
                                    



"panayır varmış, gidelim mi hyunjin n'olur!" gözlerimi ders kitaplarımdan kaldırıp karşımdaki jeongine diktiğimde neyle karşılaşacağımı biliyorum aslında. kafasını eğip dudaklarını aşağı doğru sarkıtan bir jeongin.

"aynı zamanda sınav haftan da var." diye görmezden gelmeye çalışıyorum karşımdaki görüntüyü.

"bir günlük bir şey, sonraki günler uyumadan çalışırım!" diye ısrar ediyor ancak yelkenleri suya indirmemekte kararlıyım. "daha az önce kodlama dersinden kalacağınla ilgili bir şeyler söylemiyor muydun?"

"geçeceğim, söz geçeceğim! gidelim çok güzel yemekler yeriz, dans da ederiz." gözlerini daha da büyütüp attığı bakışlara karşı bilmem kaçıncı defa daha yeniliyorum ve omuzlarımı düşürüyorum. "tamam... ama dersten geçmen kaydıyla?"

sanki onayıma ihtiyacı varmış gibi hevesle başını sallıyor ve yüzünde güzel bir gülümseme açıyor.
"geçmeyen sarı gömlek giysin be!" usulca gülüyorum sözlerine.

jeonginin bize geldiği günün üzerinden iki hafta geçtiğinde toparlanmış hissediyorum. kaybettiğim kiloları jeonginin ve jisungun getirdiği yemeklerle çabucak alıyorum ve dış dünyaya dönmem de o ikisi sayesinde oluyor.

jeonginin yanımda kaldığı müddette aslında daha kolay aşıyorum bir şeyleri, onu sevmek dünyanın en basit eylemiymiş gibi kolayca alışıyorum bu duruma. elbette bazı geceler hala bununla ilgili endişeler bütün bedenimi rahatsız ediyor ancak kararlı olduğum şeyler de var.

mesela hiçbir zaman jeongine bunu söylemeyeceğim. içimde öylece bu aşkı yaşatıp, nereye kadar mutlu olabiliyorsam öyle yaşayacağım.

yani elimdekilerle yetinmekte kararlıyım ve bir beklenti içine girmeyeceğim. zaten girebilme gibi bir imkanım da yok bu şartlarda. sadece içimde yaşatacağım ve jeonginin yanımda olduğu anların tadını çıkaracağım.

bütün bunları yapmazsam gelecekte ne kadar pişman olabileceğimi kestirebiliyorum aslında. başka kimseyi bu kadar sevemeyeceğimin ve elbette başka kimsenin de jeongin olamayacağının farkında olduğumdan sadece hemen yanında yer alacağım.

melankolik bir insan değilim ancak bu düşüncelerimin bana nasıl yansıdığını bilemezsiniz. bu zamana kadar hep birine aşık olmasam da sevebileceğimi düşünüp en olmadı bir mantık evliliği yapabileceğimi düşünürdüm.

şimdilerde ise yaşamımın sonuna dek bir günahın içinde o günah için boğularak yaşayacağımı düşünüyorum sadece.

boka batıyorum gitgide evet ama jeongin karşımda tam olarak bu şekilde gülümsüyorken halimden şikayetçi de durmuyorum.

"yoruldum ben, yemek yiyelim." diyerek kitabını kapatıyor. çantasından bir saklama kabı çıkarıp hafif telaşlı gözlerle etrafı gözetliyor.

bir kütüphanede olduğumuzdan elbette burada yemek yemenin yasak olduğunu biliyoruz ancak ona ayak uydurmakta da zorlanmıyorum. "önce sen ye, biri gelirse ben söylerim." diye fısıldıyor sonra. önüme bıraktığı saklama kabına bakıp hafifçe gülüyorum. "acele et."

aslında tek amacının bana yemek yedirmek olduğunu anlamalısınız, jeongin öyle büyük bir kalbe sahip ki kiminle olursa olsun yanındakinin sağlıklı ve güvende olduğundan emin olmak istiyor.

hızlıca hazırladığı minik sandviçlerin bir kısmını alıp mideme gönderiyorum. tekrar ona uzattığımda konuşuyorum. "ben bakarım etrafa, sen ye."

bu küçük oyunlar ve heyecanlar jeongini mutlu ediyor, yirmi iki yaşındayken sanki hiç büyümek istemiyor gibi sürekli beni oyun oynayalım diye çağırıyor, en küçük şeylerde bile iddialara giriyor. kaldırımdaki çizgilere basmadan yürümek için büyük savaşlar veriyor örneğin. hatta birkaç defa seol ile birlikte zillere basıp kaçtıklarını dahi gördüm. dünyanın en masum insanı olsa da jeonginin bu hallerinin bir sebebi de var elbette.

öğlen ayartması | hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin