"bugün tek başınasın?" gözlerimi kameramın objektifinden ayırırken çoktan yanıma gelmiş olan chanı henüz fark ediyorum."ben hep tek başımayım." diyorum bir nefes verip hafifçe gülerken. bu defa çekim yapmak için mahalleye pek de uzak olmayan bir çay ocağına geliyorum, sahibi burayı bir kafe olarak adlandırsa da müşterilerinin çoğunluğunu yaşlı erkeklerden oluşturan bir yere kafe demek de mantıklı gelmiyor pek.
"sanmıyorum, jeongin yok mu?" adını duyunca yüzümdeki gülümseme hafifçe duraksıyor. bakışlarımı tekrar kamerama çevirip "yok." diyorum.
böyle bir yerde karşılaşmayı beklemiyorum onunla. chanı minho yanında yokken görmek beni şaşırtıyor çünkü çoğunlukla yapışık ikiz gibi geziyorlar. yani aslında bunu söylemesi gereken kişi de ben oluyorum.
"tartıştınız mı?"
"hayır, neden tartışalım?" diyorum kaşlarım istemsizce çatılırken. karşımdaki fincan takımlarının bulunduğu dolabı kadrajıma almaya çalışıyorum.
"gelirken karşılaştık da seni sordu, eve gitmiş de kimse açmamış sanırım." kafamı daha hızlı bir şekilde ona çevirirken soruyorum. "eve mi gitmiş?" kafasını sallıyor.
beni merak etmesi iyi hissettiriyor elbette, bir anda gülümsemek isterken buluyorum kendimi. "başka bir şey dedi mi?"
"hayır da onunla ilgili bir sorun olduğunu sanmıyordum?" anlamaya çalışır gibi yüzüme bakıyor. bakışlarımı kaçırıyorum. "yok zaten."
"seni merak etmiş gibiydi. istersen eve gittiğinde ara bir." gülümseyerek onaylıyorum onu. "ben de eve geçiyordum, işin bittiyse gelsene sende?"
fotoğrafların çoğunu halletsem de buradan içime sinecek bir şeyler çıkmayacağından da eminim aslında. bu yüzden kafe sahibine kısa bir selam verip chanla birlikte sokağa adımlıyoruz.
"jeonginle sıkı bir arkadaşlığınız var sanırım." neden tekrar bu konuyu açtığını bilmiyorum. "evet, iyi biri." demekle yetinsem de anlam veremiyorum elbette.
"sana çok değer veriyor gibi görünüyor." söylediği şey hoşuma fazlasıyla gittiğinden gülüşümü durduramıyorum. chan yürürken kafasını çevirip yüzümü inceliyor. "sen de ona değer veriyorsun, minho seni anlatırken çok arkadaş canlısı olmadığından bahsetmişti... jeongine karşı öyle değilsin hiç."
"jeongin diğerleri gibi değil." diyorum önce. sonra bu cümlem yetersiz geliyor olmalı ki devam ediyorum.
"çok gülümsüyor mesela ama hiç sahte değil. sanki diğer herkes gülmek için gülüyor ama bir tek jeongin sahiden mutlu olduğundan. gözleri parlıyor mesela bir şey anlatırken, ben ondan başka kimsede görmedim o parlaklığı. hep çok düşüncelidir, yanındakiler hakkında endişelenmeden duramaz. herkes hakkında iyi düşünceleri vardır onun ben öyle değilim, kimseye öyle kolay kolay güvenmem. jeongine bir defa söyledim insanlara bu kadar güvenme diye, ne dedi biliyor musun? 'insanlara güvenip güvenmeyeceğim üzerine bu kadar düşünürsem çok yorulurum.' böyledir işte, kimse hakkında kötü düşünmez, düşünmek de istemez.... sevdiği şeyleri anlatırken görsen onu! ya da yaparken... çömlek yaparken öyle dikkatle yapıyor ki ben bile-"
dakikalardır konuşup jeongini anlattığımı fark ettiğimde adımlarım duraksıyor. chan'nın varlığını yeni hatırlamış gibi kafamı ona çevirdiğimde hayretle bana baktığını görüyorum. "öyle, iyidir yani jeongin." diye bitirsem de saçmaladığımı elbette biliyorum.
"anladım, iyiymiş sahiden." diye mırıldanıyor. kafasını kaldırıp devam ediyor sözlerine. "ama jeongini değil de sevdiğin birini anlatıyor gibisin."