"seol! dikkat et, yola atlama!"jeonginin sesini duyduğum anda gözlerimi eski monitörümden ayırıyorum. içeriyi havalandırmak için açtığım camdan sokaktaki çocukların sesini duysam da bir tek onun sesini ayırt edebiliyorum.
ayaklanıp camdan baktığımda jeongin soğukların yaklaşmasına karşın üzerine giydiği incecik tişört ve elindeki külah dondurmayla seksek oynayan seol'ü izliyor. seol de oyunu bittiğinde jeonginin yanına gidip dondurmasından istiyor. jeongin çevreyi kısaca kolaçan edip ona da ikram ediyor.
bu tatlı görüntü buhranlı ruh halimin saniyeler içimde dağılmasına sebep oluyor elbette. birkaç dakika boyunca kıpırdamadan yalnızca onları izliyorum.
"seol, hasta olacaksın!" diye bağırıp oyunlarını bozduğumda ikisi de hızla kafasını kaldırıp endişeyle bana bakıyorlar.
seol parmaklarını dudağına götürüp susmamı istediğinde bir seste onların arkasından yükseliyor. "jeongin, yine mi seol'e dondurma verdin!" seol'ün annesi olduğunu tahmin ettiğim genç kadın agresif ve bıkkın bir ses tonuyla kapının önünden sesleniyor.
"ama anne!" seol ağlamaklı bir ses tonuyla annesine dönüyor. sonra bana dönüp kaşlarını çatıyor. "benden korksan iyi olur!"
"hyunjin! aşağı gelsene." jeongin olanları umursamayıp gülümseyerek beni çağırıyor. kafamı sallayıp dakikalar içinde aşağı iniyorum.
"naber?" diyor yanına ulaştığımda.
"iyi, senden?"
"seksek oynuyorduk, eğer oyunumuzu bozmasaydın seni de çağıracaktım." diyor gülerken. "şimdi katılamam mı size?" diyorum ancak seol ortalarda görünmüyor.
"oyun arkadaşım ceza aldı dondurma yediği için..." pek de üzüldüğümü söyleyemem elbette, son zamanlarda zilime basıp kaçtığı için kendisiyle yıldızlarımız barışmıyor.
"yeni bir oyun arkadaşı istemez misin?" hayır dercesine kafasını sallıyor. "ihaneti affetmem!"
gülüyorum. "üzgünüm..." diyorum gülüşümün aksine.
"ama beştaş oynayabiliriz, biliyorsun değil mi?" kafamı sallıyorum. ayaklanıp yerden birkaç tane taş topluyor.
"çocukken bu taşların koleksiyonunu yapardım." diyor taşları önüme bıraktığında. "şekilli ve renkli taşlar toplardım."
"sonra ne oldu?"
"bilmem, kayboldular. annem atmıştır herhalde." diyor. "hadi başla."
taşları yere atıp bir tanesini seçerek başlıyorum. beşlere geldiğimde taşları hedefe götüremeyip yanıyorum ve jeongin bundan inanılmaz bir keyif alıyor.
"acemi, izle şimdi." diyip başlıyor o da. sahiden iyi oynayıp tüm elleri hızla geçiyor.
"senin ellerin büyük ondan." alayla gülüyor. "aynen, anlat hyunjin başka?"
birkaç defa tekrarladığımda tümüyle hatırlamış oluyorum, en son dokuz on yaşlarımda oynadığımı biliyorum.
ben konsantre olmuş oynarken yoldan geçen arabaların birinde son zamanların popüler şarkısı, ring dong dong çalıyor ve jeongin ayaklanıp dans etmeye başlıyor.
tutarsız dans hareketleri neşeli sesi sayesinde dikkat çekmiyor. "we wanna go rocka, rocka, rocka, rocka, rocka..." sonra hafifçe yerinde zıplıyor. "so fantastic!"
ne zaman yanımıza geldiklerini anlamadığım birkaç çocuk da jeonginin yanına gelip ona eşlik ediyorlar. "kalk hyunjin! yaşlandın mı? go rocka, rocka, rocka, rocka, rocka... so elastic!"