size son zamanlarda başlayan bir rahatsızlığımdan bahsetmek istiyorum. hayır, beni yataklara sürükleyen bir rahatsızlıktan bahsetmiyorum. ya da ne bileyim kemiklerimin ağrımasına sebep olan bir rahatsızlık değil bu.içimi kemiren ve dün gece saatlerce uyuyamama sebep olan şeyden bahsediyorum. bir huzurluk var bedenimin her yerinde, göğsümde bir baskı hissediyorum ancak bunun tıbbi bir yanıtı olmadığına da bir o kadar eminim. duygusal bir yoğunluk var bedenimde ve bu beni o kadar rahatsız ediyor ki size anlatamam dostlarım.
hayatım boyunca açıklaması olmayan şeylerle ilgilenmedim, her noktada bir mantık aradım ve bu yüzden hep sayısalım iyiydi. önce aradığım şeyin mantığını kavramaya meyilliydim çünkü.sonra bıraktım bir nevi aslında. tıp okumak zevkliydi, tam benlikti ancak hiç ben gibi hissettirmedi. hep çok doğru bir seçim yaptığım düşünmüştüm seçerken, annem benimle gurur duyabilir ben de buna karşı istediğim noktada olabilirdim. fakat gördüğünüz üzere hiç de öyle olmadı. yanlış br seçim yaptım ve annemin vefatından sonra benim için bir anlamı da kalmadı.
her neyse, konunun özüne dönmem gerekirse içimde beliren rahatsızlık hissinin bir mantığı yok benim nezdimde. öylece bir anda beliriyor ve geceleri uyumama bile izin vermiyor.
bir noktada bunun jeonginle ilgisi olduğunu düşünüyorum. son zamanlarda neredeyse her gün görüşüyorum onunla, bir gün karşılaşmazsak bile ikinci gün evime gelip beni özlediğini söylüyor. sanki öyle alışılageldik bir durum ki hiç garipsemiyorum bile. gelip koltuğumda rutubet hakkında söylenmesini dinliyorum. bir sürü konudan bahsediyor, seol ile keşfettikleri oyunları ve ortaokulda ne kadar haylaz bir öğrenci olduğunu en ince ayrıntısına kadar biliyorum örneğin.
böyle söylediğime bakmayın, bundan rahatsız olmuyorum. anlattığı şeyleri keyifle dinliyorum; öylece kocaman gülüşüyle ve heyecanlı sesiyle bana ozon tabakasından bile bahsetse sıkılmazmışım gibi hissediyorum. hatta artık gelmediği gün bir şey mi oldu diye endişeleniyorum bile. söylüyorum ya içimdeki rahatsızlık hissi de tam olarak bununla alakalı.
birine bağlanmak beni ölesiye korkutuyor, hayır; birine güvenemeden bağlanmak beni ölesiye korkutuyor.
"pastel renkleri seviyorum ama ölü gibi hissettiriyor." diyor eline aldığı pastel mavi akrilik boyayı incelerken. "böyle güzeller ama çok cansız hissettiriyor, o yüzden hiç kullanmıyorum."
"renkli bir kişiliğin olduğu kesin." büyük gözleri sitemle kısılıyor. "sevmediğini söyleyemezsin." omuz silkmekle yetiniyorum.
"vernik almalıyım." dediğinde alışveriş arabasını verniklerin olduğu kısıma yöneltiyorum.
"vernik kullanılıyor mu bu çömlek işinde?" diye merakla soruyorum.
"hayır, ben kullanıyorum ama. parlak gösteriyor bir de dağılmasını engellediğini düşünüyorum... güneş tek başına yetemezmiş gibi geliyor." gözlerini raflarda gezdirip büyük bir tanesini alıyor. "ve bitti, sen alacak mısın bir şeyler?"
elimde tuttuğum fırçaları gösteriyorum ona. üç adet farklı boyutlarda fırça da gözlerini gezdiriyor.
"sana tuval alsam bana da resim çizer misin?"
"sana çamur alayım bana vazo yap?" sahte bir kızgınlıkla parlıyor gözleri. "çamur değil, çamur hamuru." onu umursamıyormuş gibi görünmek adına alışveriş arabasını ilerletiyorum. "yaa, öyle miymiş!"
"hyunjin! ne olur çizsen?" aslında varolan çizimlerimden verebilirim, isterse yeni bir tane daha da çizebilirim ancak peşimden koşup yalvarır tonda konuşması daha tatlı geliyor.