Upuzun iki bölüm geldi.
Oy veren parmaklar daha uzunlarını okur insallah
E konuşsunlar bari.***
Burak’tan:
Kapıya kadar geldim. Kapıyı çalmakla çalmamak arasında gidip geliyordum. Hasta olduğunu öğrendiğim an şirkette durmam mümkün değildi. İlk önce kapıyı normal bir şekilde vurdum. Ses gelmiyordu hasta olduğu için evde olduğu kesildi. Biraz bekledim bir kez daha tıklattım ama yine ses gelmeyince korktum. Ateşi var demişti Tuğçe. Ateşi yükseldiyse , ya kötü olduysa ya bayıldıysa tek başına kalıyor sonuçta zihnimde kötü senaryolar arka arkasına sıralanmaya başladı.
Ben de bu arada kapıyı daha kuvvetli çalmaya başladım hala içeriden ses gelmiyordu. Artık kapıyı yumruklama eşiğine gelmiştim. Dışarıdan bakan beni alacaklı zannederdi. Aslında alacaklıydım. Arzu'dan kalbini ruhunu bütün benliğini istiyordum. İçeriden ayak seslerini duyunca durdum. Umarım kapıyı açardı. Açmazsa bir şekilde kapıyı kırmaya hazırdım.
Kapı aralandı içeriden gözleri kıpkırmızı olmuş uzun saçlarını alelade bir topuz yapmış, eşsiz bedenini saran mor şortlu pijamasıyla muhteşem fiziğiyle karşımda duran bir Arzu vardı.
Belli ki çok şaşırmıştı. Ben de Arzu'nun bu güzel ev halini görünce neden geldiğimi unutmuş gibi bakakalmıştım. Ela gözleri bana burada ne işin var der gibi iri iri açılmış bakıyordu. Ben ise gözlerimi ilk önce kızaran gözlerine dikip hastalıktan mı uykudan mı yoksa çok ağladığı için mi kızardığını sorgular halde onu inceliyordum. Ne var ki sonra Arzu güzel sesiyle konuşmaya başladı.
-“Burak Bey siz neden geldiniz?”
-“Beni içeri davet etmeyecek misin Arzu?”
-“Affedersiniz buyurun.”
İçeri girdim Arzu arkamdan şaşkın şaşkın bakıyordu. Salona doğru ilerledim salon dediğim yer küçücük bir koltuğun, bir masanın, bir televizyonun sığabileceği genişlikteydi. Evin çok eski olduğu duvarlarındaki rutubet ve döküntülerden belli oluyordu. Giriş katında olduğu için güneş ışığı eve sadece pencerenin önüne kadar girebiliyordu. Ela gözlü meleğim burada nasıl yaşıyordu. Onun güzel ruhu daha iyi yerlere layıktı.
Masada kahvaltılıklar yenmiş duruyor, etrafta peçeteler, battaniyeler, içilmiş çay bardakları, ilaçlar bütün dağınıklığıyla odayı işgal ediyordu. Odayı işgal eden başka şey ise Arzu'nun çiçek kokusuydu. Evin dağınıklığından rahatsız olmadığımı belirtmek amacıyla sorgusuz sualsiz üçlü koltuğun yanına gelip battaniyeyi kenara çektim ve oturdum.
Arzu ise hala karşımda ayakta duruyordu. Belli ki etrafın dağınıklığından utanmış yanakları kıpkırmızı olmuş bana bakıyordu. Dilini yutmuş gibi sessiz ve konuşamıyordu. Ben ise gelirken yanıma aldığım birkaç vitamin ve kahveyi sehpanın üzerine koymuştum. Arzu ise gözlerini benden ayırmış şimdi de getirdiğim torbalara bakıyordu.
Aramızda sessizlik yemini edilmiş gibi suskunluk vardı. Ne ben lafa girebiliyordum ne de Arzu olduğu yerden hareket edip konuşabiliyordu. Karşımda beyaz tenini saran geceliği, dağınık topuzundan birkaç tutamının fırlayarak öpülesi omuzlarına düşen saçlarıyla gel beni sıkıca sar öperek nefessiz bırak diyordu. Gözlerim geceliğini doldurarak dik ve dolgun göğüslerine takıldı ellerimi sıktım ve gözlerimi gözlerine geri çıkardım. Ela gözlerinde kısılmışlığı gördüm. En sonunda ben konuşmaya karar verdim.
Yavaşça ayağa kalktım Arzu'nun önüne kadar geldim zaten arada pek de bir mesafe yoktu. Arzu hala hareket edemiyor gözlerimin içine bakıyordu. Ela gözleri kalbimin en drenini görüyordu sanki. Yavaşça sağ elimi kaldırıp Arzu'nun alnına elimi koydum ateşi yoktu. Sonra elimi yanaklarında gezdirdim, yanakları kıpkırmızı ateş gibi sıcaktı hasta değildi ama bu yakın mesafe ve benim şu an evinde bulunuyor olmam onu fena halde utandırıyordu. İşte tam da bu halleri beni benden alıyordu. Sonunda kekeleyerek de olsa konuşmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARZU
Storie d'amoreBurak her an kaçacağından korkar gibi sol eliyle Arzu'nun belinden sıkıca tutuyor . Sağ eliyle Arzu'nun göğsünü avuçlamaya başlamıştı. Eteğinin altında iç çamaşırına doğru götürdü. Eli ateşe değmiş gibi yanıyordu. Bu kadının da şu an onu istiyor ol...