BÖLÜM 10

274 13 1
                                    

Medya = *Süreyya'nın arabada dinlediği şarkıyı belki okurken dinlemek istersiniz diye düşündüm:)*

******

Öğretmenler odasından çantamı ve kabanımı aldığım gibi okuldan çıkmıştım. Arabama binmek üzereyken Gökçe seslendi.

-Abla, nereye gidiyorsun? Ben ne olacağım? Tansiyonun düşmüş galiba iyi misin?

Gökçe'nin ağladığımı görmesini istemiyordum o yüzden ona bakmadan çantamdan güneş gözlüklerimi çıkartıp taktım. Sonra da ona cevap verdim.

-Ablacığım, canım benim. İyiyim ben. Eczaneye ilaç almaya kadar gideceğim. Dersim yok zaten. Senin ders çıkış saatine yetişirim merak etme, ablasının minik kelebeği...

Gökçe'nin cevap vermesine fırsat vermeden el sallayarak bindim arabaya. Üzgündüm, çok kırgındım Çelebi'ye ama bunu Gökçe'nin bilmesine şimdilik gerek yoktu. Çünkü benim kardeşim kendisinden çok karşısındaki insanı düşünür. Gider o kadının, yani Çelebi'nin nişanlısının kapısına dayanır. Çelebi'yi laflarıyla döver. Saçını savurur herkesi olduğu yere gömer. Bunun olmasını istemiyorum. Adam nişanlıysa bitmiştir bu mesele. İkinci bir kadın olamam asla. Bunu teklif edenin de alnını karışlarım. Ama şimdilik kendime üzülmek için zaman vermiştim. Eve gidip biraz ağlamak istiyordum. Yolda kırmızı ışıkta beklerken radyoyu açtım. Şansıma da ağlamaya arabada başlamam için Murat Dalkılıç'tan Neyleyim İstanbul'u çalmaya başladı. Ne İstanbul'daydık ne de sarhoş olacak kadar anılarımız vardı. Ama gönül ne zaman olduğunu anlayamadığım bir şekilde bağlanmıştı Çelebi'ye. Şimdi de o düğümleri çözmek yerine kesiyordum. Bir yandan şarkıya eşlik ediyor bir yandan da arabayı sürüyordum, tabi arada gözyaşlarımı da silmeyi ihmal etmiyordum. Dayanamadım şarkının sözlerine daha fazla arabayı sağa çektim. İndim. Şanslıymışım ki bir parkın önünde durmuşum ve parkta oynayan tek bir çocuk, etrafta gezinen tek bir insan bile yoktu. Hafif yağmur da çiselemeye başlamıştı. Daha fazla ıslanmadan çocukların salıncaklarına oturdum. Kafamı da demirlerine yasladım. Yağmur buraya da geliyordu ama bunu umursamıyordum artık. Zihnim olanları düşünüp dursa da dilimde sürekli aynı şey tekrarlanıyordu.

-Ben, birkaç parça anıyla sarhoş oldum bugün ve mutluluğum kaldı dağlar ardında, çünkü yoksun yanımda Neyleyim İstanbul'u sonbaharda?

Ne kadar orada oturdum bilmiyorum ama farkına vardığımda her yerim sırılsıklamdı. Kalktım salıncaktan. Yüzümü gökyüzüne çevirdim. Yağmur damlalarının suratıma çarpmasına izin verdim. Açıkçası iyi geldi. Hala yaşadığımı hissettirdi, o gidince hayatımın bitmediğini hatırlattı. Artık tamamen ıslaktım. Arabamın yanına gittim binmek için tereddüt ettim çünkü koltuk ıslanacaktı. Arkada uzun yolculuklar için bir pike vardı onu serdim ve arabayı eve doğru sürmeye başladım. Eve yaklaştığımda görmeyi kesinlikle istemeyeceğim birisini gördüm. Çelebi'yi. Apartmanın girişinde durmuş beni bekliyordu. O da sırılsıklamdı. Arabamı görünce bana bakmaya başladı. Arabamı park edip, inmeden gözlüğümü yine gözüme taktım. Onun için ağladığımı falan düşünsün istemiyordum. Çantamı koluma takıp sanki onu hiç görmemişim gibi apartmana girmeye çalışırken kolumdan tuttu beni.

-Süreyya?

Elimi sertçe geri çektim. Açtım ağzımı yumdum gözümü, içimden gelen her şeyi söyledim.

-Adımı ağzına alma bir daha. Evimin önünden de defol git. Seni bir daha asla görmek istemiyorum. Sana yazıklar olsun. Sana inandığım için bana da yazıklar olsun. Sen kendini ne zannediyorsun ya? Bütün kadınlar senin mi olacak? Nasıl bir kafa yapın var? Bak beni aldatmanı geçiyorum zaten de sen kaç yıllık nişanlını nasıl aldatırsın ya? Sen nasıl bir karaktersizsin? Ben sana inandım, sana güvendim ben. Aptal gibi kandırdın beni. Senin suratını bir daha görmek istemiyorum. Okuluna da gelmiyorum. Yarın istifamı veririm. Kardeşimi de alıp defolup gideceğim bu şehirden. Yalancı! Pis yalancı!

AŞK MESELESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin