Şu ana dek insanın bencil oluşuyla ilgili konuştuk hep. Peki insan sadece bencil olabilen bir canlı mı ki? Bu tür kompleks bir canlıdan sadece bencil olmasını mı bekleyeceğiz bütün hayatımız boyunca? Hiç mi daha iyimser duygular geçmeyecek içimizden? Elbette geçecek, geçmişti de. Fakat biz, bütün o kırgınlığımızı egomuza sararak kapattık; saklamaya çalıştık ve kendi kırılgan benliğimizi herkesten gizledik. Bencilliğimizi örttük üstüne, herkes öyle yapar ya. Kendimize beslediğimiz sevgi ve hürmet o denli gözümüzü boyadı ki kendi yalanlarımıza inanıverdik zamanla. Başımıza kötü bir şey gelirse ise hemen sebeplere sığındık. Bu başarısızlığımızın sebebi kesinlikle dışarıda bir yerde olmalıydı çünkü...Başımızdan geçen her kötü şey sadece bizim isteğimizle mi gerçekleşir? Yoksa bizim hiçbir etkimiz olmadan sadece kader yüzünden mi bu hâle geliriz? Suçlu gerçekten kim olur başımızdan kötü bir şey geçtiğinde? Biz, kader, çevre veya bambaşka bir şey? Biraz düşünün, suçu kimde bulacağınıza karar verin ve yolunuza devam edin. Buldunuz mu, peki bununla yüzleşecek misiniz?
Kötü şartları egomuzun arkasına sakladığımızda, kendimizi savunabilecek öz saygımızı bir süre sonra yitiririz.
23 Mart 2005 Çarşamba
'Tik-tak, tik-tak' dünyanın en sinir bozucu şeyi bile şu saatin yanında huzur verici kalıyordu. Hyunjin duvar kenarındaki koca sarkaçlı saate ufak bir bakış attı ve tekrar Changbin'e döndü. Ona bakmak onu iğrendiriyor, kusma isteği veriyordu.
Changbin de aynen onun gibi Hyunjin'i inceledi bir süre.
"Otursana." gülerek konuşuyordu fakat mutlu olduğu pek söylenemezdi.
"Buraya seninle haşir neşir olmak için gelmedi-"
"Küçükken de böyleydin." Changbin ufak bir sinirle Hyunjin'in sözünü böldü ve dişlerini birbirine sürtmeye başladı. "Şu uyumsuz tavırlarından vaz geç Hwang." o an korkuyla titrediğini hissetti Hyunjin. İçinden, derinlerden cılız bir ses kendini duyurmaya çalışıyordu. 'KAÇ!' diyordu 'Hemen şu lanet olası yerden uzaklaş!' İçindeki bütün o paniği ve kargaşayı dindiremese de görmezden gelerek Changbin'in de dediği gibi yaptı ve oturdu mindere.
"Şu anda benim önümde böylesine cesaretli oturmana şaşırdım." dedi eskilere ithafen. Derin bir iç çekebildi yalnızca Hyunjin.
"İşe bak ki ben de sana aynısını söyleyecektim." İri yarı adam yerinde biraz kıpırdanıp rahatsız bir nefes verdi. Hyunjin'in bu tavrı, komikti.
"Çok konuşma da sadede gel! Ne istiyorsun benden?" Hyunjin etrafı inceledi ve garsonun önüne koyduğu fincana baktı. Buraya zehirlenip gebermek için gelmemişti. Zaten oldukça stresli hissediyordu.
"Senin yaptığını biliyorum." dedi Hyunjin sert bir mizaçla. Adam birkaç saniye düşündü ve gülmeye başladı.
"Öyle mii? Bunu söylemeye mi gelmiştin sayın devlet adamı?" daha çok güldü ve Hyunjin'in gözlerine bakmaya başladı. Hyunjin bakışlarını adamdan çekmiş ve fincana dikmişti. Çay ona kendisini içmesini ister gibi bakıyordu fakat Hyunjin bunu yapmayacaktı.
"Aptal çayını içmeyeceğim." dedi ve elinin tersini fincana vurup devrilmesini sağladı. Odadaki adamlardan biri masaya doğru adımladığında Changbin elini kaldırdı ve durmasını işaret etti.
"Ne sikim istiyorsun benden Hyunjin?" Hyunjin'i tanıdığını düşünüyordu ve elbette zaaflarının da farkındaydı. Anlık sinirini sahte bir zevk ondan alıp götürdü, Hyunjin'in onun gözlerine bile bakamıyor oluşu zevk veriyordu ona.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
suç tutkusu. hyunin.
Fanfiction"Bu gün, 29 Aralık 2005 Perşembe günü. Bu günden neredeyse bir yıl önce Seul kan dondurucu bir cinayete tanıklık etti, ama hiç kimse bu cinayetin devamının geleceğinden haberdar değildi... Seul'ün alakasız yerlerinde kesilmiş kadın bacakları bulunma...