10 Ocak 2006 SalıJeongin
Jisung ile konuşur konuşmaz telefonu orta sehpanın üzerine bırakmış ve birden ayağa kalkmıştım. Birden kalktığım için başım dönerken gözlerim kararınca oturdum tekrar bulunduğum yere. Şu anda, Hyunjin'in evinde tek başıma içiyordum. Hyunjin Yeji'yi işinden almaya gitmişti, gelirdi yarım saate. Bu zaman zarfında ben de Jisung'la konuşacaktım işte. Konuşmak zorundaydım. Zaten Hyunjin ile konuşabilecek cesaretim yoktu, Jisung'a anlatmalıydım bu yüzden. Her şeyi Minho'ya söylememesi için yapacaktım. Nedenlerim vardı ve bilmesi gerekiyordu.
Gücümü toplamaya çalıştım ve bir şekilde kalktım koltuktan. Bilincim tamamen yerinde olmadığından etraftaki eşyalara takılıp düşmemek için ekstra bir çaba içerisine girmek zorunda kalıyordum.
Elimdeki bira kutusunu bırakmadan kapının önüne kadar gelebilmiştim. Gözüm pek iyi görmüyordu, ayakkabılarımı birkaç zorlu denemenin ardından ancak giyebilmiştim hatta. Kapıyı çekip binanın dışına doğru sürdüm adımlarımı. Başımda feci bir ağrı, omuzlarımda büyük bir yük vardı.
Jisung ile nerede buluşacağımızı konuşmadığımızdan nereye gideceğimi bilmiyordum. Aslında öyle uzun bir mesafeyi de gidemezdim kendi başıma.
Yalpalaya yalpalaya binadan çıktım ve sokakta gezdirdim bakışlarımı, hava kararmak üzereydi. Hyunjin de gelirdi birazdan. Ne yapıp edip Jisung ile buluşmalıydım bir an önce.
Adımlarımı hızlandırdım ve binanın duvarlarına tutunarak yürüdüm bir süre. Birkaç metre sonra duvar son bulmuş ve caddenin karşısında bir park karşılamıştı beni. Oraya ilerledim ve bulduğum ilk banka bıraktım ağırlığımı. Gözlerim kararıyor, kendime gelemiyordum bir türlü. Elimde hâlâ bırakamadığım bira şişesi vardı. Dudaklarımı birbirine bastırıp bir süre şişeye baktım. Sonrasında dayanamamış ve kutuyu kafama dikmiştim. Farkına varmak istemediğim şeyler beni içmeye zorluyordu. Hyunjin ile birlikte Changbin'i gördüğümüz geceden beri böyleydim.
Tek kolumu arkama attım ve bankta iyice yayılarak oturdum. Jisung geldiğinde nasıl konuşacaktım onunla bilmiyordum. Ayılamıyordum çünkü bir türlü.
Yanımdaki boşluk birden dolunca kafamı o tarafa çevirdim. Jisung ses çıkarmadan yanıma kurulmuştu. Elimdeki boş bira kutusunu kenara bıraktım ve ona döndüm. Ne zaman dolduğunu bile fark etmediğim gözlerimle bakıyordum ona.
"Jisung..." diye başladım sözlerime, kelimeleri toparlamak çok ağırdı benim için. "Benim sana anlatmam gereken şeyler var." dediğimde o da bana dönmüş ve ilgiyle incelemişti yüzümü. Kafasını olumlu anlamında salladığında derin bir nefes aldım.
"Seo Changbin, her şeyi yapan o orospu çocuğu. Benden deli gibi şüphelendiğini biliyorum fakat yardım etmek zorundaydım. Senin bu hâlde olmanın sebebi olan o adam, Hyunjin'in babası. Geçmişte ona da yapmadığını bırakmamış, Hyunjin de iki sene öncesine kadar öldü sanıyordu babasını fakat ölmemiş işte. Sonra yavaş yavaş iş birliği içerisine girmişler. Hyunjin, karakolda aranan bir suçlu Seo'nun adamı olunca gidip Seo ile konuşuyor ve adamının teslim olmasını istiyormuş. Changbin de hemen görevlendiriyormuş adamı teslim olması için.
Sen nasıl bu adamın eline düştün bilmiyorum ama senin de teslim olmanı buna bağlıyorum kendi içimde. Lütfen bana Changbin istediği için teslim olduğunu söyle. Çünkü eğer durum buysa, beni de anlarsın. Onun istediği bir şey olduğu zaman, bunu yapmamak mümkün değil!" bakışlarını kaçırıp etrafına bakmaya başladı.
"Suçlunun ben olmadığımı söylemiştim sana zaten." dedi, evet söylemişti birkaç gün önce. Kafamı olumlu anlamında sallayıp bakışlarımı kucağımdaki ellerime çevirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
suç tutkusu. hyunin.
Fanfiction"Bu gün, 29 Aralık 2005 Perşembe günü. Bu günden neredeyse bir yıl önce Seul kan dondurucu bir cinayete tanıklık etti, ama hiç kimse bu cinayetin devamının geleceğinden haberdar değildi... Seul'ün alakasız yerlerinde kesilmiş kadın bacakları bulunma...