kerem'denbir notmuşçasına anlatıyorum, geçmişe sesleniş gibi. altayla hala beraberiz, istediğimiz gibi aynı üniversiteden mezun olduk. o mühendis, ben de mimar oldum. hatta beni mezuniyet günümüzde güya sadece tatil için çalışıp biriktirdiği parayla hollandaya götürmüştü.
orada evlenme teklifi etti, e ben de tabii evet dedim başka seçeneğim yoktu ona. ilk başlarda çok zorlansak da, buraya alışıp bir düzen kurduk. ilk günü gibi bakıyor gözlerimiz. benim için imkansız olan arkadaşım altay, şimdilerde eşim hatta evlat edindiğimiz kızımızın babasıydı.
anlatırken film gibi geliyor, gerçekliğini biz bile idrak edemiyoruz doğrusu. işlerimizi oturttuk burada, minik prensesimiz melisa kreşe bile başladı hatta. altay mükemmel bir eşken, onunla birlikte dünyanın en iyi babası unvanını da almıştı.
ismail ile barış da bizim gibi aynı üniversiteden mezun oldular. ikisi de mali müşavirlik yapıyordu, aynı büroda iki sevgili. barış sürekli planlar kuruyordu, buraya gelip sevdiğiyle evlenmek adına.
mauroyla mert ise hala aynı delilerdi. mauro okumamış-ki buna gerek de duymuyordu-, mert ise tarih mezunu olmuştu. bir yaz tatilinde sadece mauronun büyüdüğü yerleri gezmek için gittikleri arjantine taşınmışlardı radikal bir kararla. yuvadan göç eden ikinci çiftti onlar.
ferdi ise ardadan ümidi kesmişti, olamıyordu onlar. kalbinin köşesinde hep onu taşıyordu ferdi, hala da öyledi ve hayatına kimseyi de almamıştı. şimdilerde çok sevdiği fenerbahçesinin en gözde kulüp avukatlarından biriydi. ara ara estikçe yanımıza geliyor, melisayı şımartıyordu.
apo ise galatasaray da antrenörlük yapıyordu. fernando hala babasından kalan işlerle uğraşıyordu. bunun yanı sıra ikili, nandonun on sekizimizde aldığı arsada açtıkları, sakin ama bir o kadar da işlek butik kafeyle ilgileniyordu.
zaniolo, dries ile birlikte üniversite ikinci sınıfa geçtiklerinde erasmus yapıp italyaya gelmişti. bu onlar için çok kolaydı zaten. iki mimarlık öğrencisi, bölümünün mihenk taşı olan ülkelerden birinde yaşamışlardı. sonrasında orada kalıp beraber iş yapmaya başladılar.
yunus duygusal ve dramatik kişiliğine çok uygun olan drama ve oyunculuğu tamamlamıştı. şimdiyse çok tecrübeli usta oyuncularla tiyatro turnelerine çıkıyordu. halil ise radyo ve televizyon mezunu olup, uluslarası bir kanalda muhabirlik yapıyordu. ikili lisedeki gibiydi, hiç değişmemişti.
biz ise şimdi türkiyeye, yıllardır ayrı kaldığımız memleketimize sürpriz bir ziyaret için hazırlık yapıyorduk.
"sevgilim, melisanın bavulu tamam. sen hazır mısın bak son kez bir kontrol et." diye seslenerek yanıma geldi altay.
"hayatım, bir tanem yüz kere kontrol ettim ama sıkıldım artık. hem eksik olursa alırız. melisanın ayıcığı kaybolmasın o yeter."
"aman Allahım korusun, kıyameti koparır gerçekten. ferdi nereden buldu da aldı, daha doğrusu nasıl böyle sevdirdi anlamıyorum ama onu kaybedemeyiz." dedi altay korkarak.
"ben giyineyim, melisayı da hazırlayayım çıkalım artık."
"tamam bebeğim. ben hazırım, evi kontrol edeyim bir." diyerek aşağı indi.
melisa hayatımıza girdiğinden beri her şeye karşı çok temkinliydi, tam bir kız babası olmuştu altay.
hızlıca üzerimi değiştirdim ve kızımızın odasına doğru yol aldım. girdiğimde öylece düşünürken buldum melisayı.
"meleğim, ne düşünüyorsun öyle?"
"ya baba. şimdi biz türkiyeye gidiyoruz ya, ben orayı hiç bilmiyorum. ya beni sevmezlerse?" diyerek soruşuyla hem güldüm hem de içim gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kekosun | alker
General Fictionmahallenin sevilen, efendi çocuğu kerem ve on beşinden beri yanık olduğu en yakın arkadaşı Altay. kerem ikisini imkansız sanıyordu, sahi öyle miydi? yan shipler; barış×ismail arda×ferdi mert×icardi yunus×halil volkan×emre