1. Bölüm

40 6 5
                                    

Yeni gün uyanmamla birlikte tüm sıkıcılığı ile yine başlamıştı. Gözkapaklarımın arkasına sızan Güneş bile cezbetmiyordu artık beni. Gözlerimi açtığımda yine aynı tavanı görecektim. Mesele tavan değildi, aylardır tutsak hayatı yaşadığım bu iğren hastane odasıydı. Burada kalmaya başlayalı kaç gün olduğunu sayamamıştım bile. Bacağım iyileşeli belki iki ay olmuştu ama bu odadan çıkamıyordum. Benim çıkamadığım gibi kimse de içeriye gelmiyordu. Ne bir hemşire ne bir doktor... Yemeğim verildikten sonra kendi halime terk ediliyordum. Tıpkı kafesteki bit kuş gibi. Bu gün de uyanmama rağmen gözlerimi daha sıkı yumdum. Hiç uyanmak istemiyordum yalnızlık iliklerime kadar işlemişti. Gözlerimi sıkmamla gözkapaklarımdan içeri sızan Güneş yoğunluğunu azaltmıştı. Bedenim gittikçe kasılıyordu. İlk defa kendimi bu kadar delirmeye yakın hissediyordum. Gerçi delirsem ne olur ki? Bir sakinleştirici her şeyi çözer. Babam ziyaretime bile gelmez. Gözlerim düşüncemle birlikte dolmuştu. Tam gözlerimi silmek için açmıştım ki tepemde bir çift yeşil gözle karşılaştım. Alnına düşen siyah saçları, soluk beyez teni ve gülünsemesi ile hiçte yabancı gelmiyordu bu sima. Yüzüne tanımak için odaklanmış bir halde bakarken ses tonunda duymuştum. "Günaydın Erva." Bu sesi bir yerden tanıyor olmalıydım Kafamın içini didik didik arıyordum. İsmimi de biliyordu. Bir anda sesin ve simanın sahibini tanıyınca olduğum yerden furladım. "Senin ne işin var burada! Utanmadan bir de gelebiliyor musun?" Sesimi her ne kadar yükseltsemde korkuyordum. Sonuçta bacağımı sakatlayıp aylarca hastanede yatmama sebep olan biri vicdana gelmiş olamazdı. Hemen kapıya yöneldim. Çıkmak istiyordum buradan hemen.Tam kapının kolunu aşağıya indirdim ki kapı kilitliydi. "İmdat!" Daha sesimi tam yükseltmemiştim ki dudaklarımın üzerinde bir el hissettim. "Sesiz ol. İkimizde o geceye dönmek istemeyiz." Korkudan titrerken bir yandanda çırpınmaya devam ediyordum. Tam o an da kolumda bir iğnenin acısını hissettim. Direnmeye çalışsamda önce gözlerim karardı, sonra Dünya ayaklarımın altından kaydı. Bir iki saniye içinde bilincim tamamen kapandı.

Gözlerimi geri açtığımda daha önce hiç bulunmadığım bir odadaydım. Ortamda iğrenç bir naftalin kokusu vardı. Olduğum yerde hemen doğruldum. Bu oda hastane odası gibi Güneş ışığı almıyordu. Çok kasvetli, basık, karanlık ve iğrenç kokan bir odaydı. Üzerinde oturduğum yatak, kenardaki koltuk, küçük tahta sandık, kitaplık ve kitaplar haricinde bir eşya yoktu. Yere bir halı bile serilmemişti. Üstelik çok soğuktu. O sıra gözden kaçırdığım duvardaki tablo dikkatimi çekti. Bu odadaki en ve tek kısmını kapsayan bir güzelliği vardı. Yeşil ağaçlar, mavi gökyüzü insanı içine çekiyordu. Yağlı boyayla el çizimi olduğu belli olan tablonun üzerindeki çerçeve camının üstü yıllardır silinmediğini belli edercesine tozlanmıştı. Kim bilir bu odaya kaç senedir girilmiyordu? Ama ben neden bu odadayım?

Tam ben bunu düşünürken kapıdan bir kilit sesi geldi. Kapı açıldığında içeriye hastanede gördüğüm o kişi girdi. Elinde bir tepsi vardı.Tepsiyi yatağın yanında kalan sandığın üstüne koydu. "Bu gün kahvaltı yapmadın. Karnını doyur." Kırk yıl arasam Dünya'da bundan daha üst seviye yüzsüzlük göremem. Evet karnım gerçekten de açtı ama bu ne rahatlıktı.Tepsinin içi birini doyurabilecek kadar dolu değildi. Tepsiyi bıraktıktan sonra kapıya doğru ilerlemeye başladı. Hemen peşinden ayağa kalktım. "Ne yapmaya çalışıyorsun?" Benim sesimle birlikte arkasını döndü. "Otur yemeğini ye." Sinirlerim iyice gerilmişti. O ise hala oldukça sakindi. Bir adım ileri gittim. Bu sefer onun kaşları da çatıldı. Üzerime doğru bir iki adım attı. "Otur yemeğini ye!" İçten içe korkmuştum ama belli etmemeye çalıştım. "O günden sonra hala akıllanmadın mı?" Gözlerim bir anda dolmuştu istemsizce. Boğazımdaki yumru yutkunmama bile engel oluyordu. Zorlada olsa konuştum. "Sen ne kadar aşalık bir insansın!" Ama daha fazla konuşamadım.
Biraz daha konuşursam ağlayacaktım. Birden arkasını döndü ve odadan çoktı. Kapıyı tekrar kilitledi. O çıkar çıkmaz yüreğimden sızan damlalar gözleimfen akmaya başladı. Celladımla aynı havayı soluyor olmak kadar korkutucu bir şey yoktu. Çünkü kimin soluk almayı bitireceği belliydi. Bacağında hala o gecenin izi vardı. Hiç geçmeyecek bir iz.

Ben soğuktan titreyerek ağlarken Güneş Dünya'dan elini eteğini çekmişti. Şimdi daha çok üşüyordum. Tepsideki kuş yemlerine hiç dokunmamıştım. Oda karanlığa gömülmüştü ama cmdan gelen cılız bir ışık vardı. Olduğum yerden kalkıp camın kenarına gittim. Burası yere oldukça yakındı. En fazla iki metrelik bir yüksekliği vardı. Hemen elimi camın koluna uzattım. Camı açtığımda yüzüme soğuk rüzgar vurdu. Havalar henüz ısınmamıştı. Ama soğuk şu an umrumda değildi. Tek düşüncem buradan gitmekti. Hiç düşünmeden camın pervazına çıktım. Biraz korkmuştum ama kendimi aşağı bıraktım. Yere ayakta inmiştim ama lendimi ayakta tutamadım. Bacağım çok acıdı. Sanki Dünya'daki her şey sıfırlanmıştı. Bacağımın acısı beni benden koparmıştı. Daha tam iyileşememiştim. Bacağım biraz biraz kendine gelirken ağır ağır ayağa kalktım. Zarzor da olsa yürümeye başladım. Kaçacaktım buradan. Bu sefer bana zarar vermesine izin vermeyecektim. Karanlıkta ilerlerken birden karşımda bir karaltı gördüm. Beni hissetmiş olacak ki yavaşça tüm bedeniyle bana doğtu döndü. Gözlerim o an faltaşı gibi açıldı. "Ben de seni bekliyordum." Benim buradan bu saatte kaçabileceğimi nasıl bilebilirdi?

Birden kolumu tuttu. Önümden hızlı hızlı yürüyerek beni çekiştirmeye başladı. Bacağım bu hareketinden dolayı daha çok acımaya başladı. Ben arkasından zarzor yürürken onun umrunda değildi. "Bırak kolumu!" Canhavli ile bağırmıştım ama önemsememişti bile. Duymuyordu sanki. Evin içine sürükleye sürülleye beni tekrar sokmuştu. Evin içi inanılmaz büyüktü. Benim şu anki düşüncem çok yürümemekti. Birden merdivenlere yöneldi. Aynı odaya gitmiyorduk. Merdivenlerde neyseki biraz daha yavaşlamıştı. Birazdan lendini acıdan bayılacak gibi hissediyordum. Merdivenleri güçlükle çıktıktan sonra biraz ileride bir kapının önünde durduk. Kapı çaldı ve içeriden cevap gelmesini beklemeden içeri girdi. İçerisi çok büyük güzel bir çalışma odası olarak dizayn edilmişti. Kapıdan girince sol tarafta bize bakan bir adam vardı. Orta yaşlarda tıpkı yanımda duran kişiye benzeyen biriydi. Tahminimce babası olabilirdi. Ellerini masasının üzerinde birleştirmişti. Masanın üzerinde birkaç tane dosya vardı. Adamın yanına biraz daha yaklaştık. Kolumu sonunda bırakmıştı. Adam masasının önündeki koltukları işaret etti. İşaretiyle birlikte ikimizde koltuklara geçtik. Şimdi o nefret ettiğim insanla karşı karşıya oturuyordum. Bir anda gözüm masanın üzerindeki çerçevesi ile ayakta duran fotoğrafa takıldı. Fotoğraf bana yan dursada görebiliyordum. Kala kalmıştım. Bu fotoğraf ben bebekken halamla çekildiğim fotoğraftı. Peki burada ne işi vardı? Adamın konuşması ile birlikte gözlerim ona döndü. "Buradan gitmek istiyorsan bizim istediklerimizi yapacaksın. Bize çalışacaksın." İlk başta hiçbir tepki vermedim. Böyle bir şey duymayı ne ben bekliyordum, ne de kulaklarım. Buradan gitmek istiyordum. Ama bana ne yaptıracaklardı kim bilir? Adam hala bana bakıyordu. "Kabul etmezsem ne olur? Sonsuza dek burada mı kalırım? Yoksa başka bir zarar mı verirsiniz bana?" Masanın üzerindeki çerçeveyi bana doğru çevirdi. "Senden daha ötesine."

*******************

1. Bölümden sonra okumayı bırakanlar devamını bilseler çok pişman olurlar.

@instagram fatmamucedddidoglu

GECE GÜNEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin