6. Bölüm

7 3 1
                                    

Kimlikleri yanıma alıp odayı hızlıca terk ettim. Herkes uykuda olduğu için beni görebilecek kimse yoktu. Tabii bunları o an düşünemiyordum. Kafamdaki tek şey soru işaretleriydi. Cihangir soyismini bu güne kadar annemin kızlık soyadı zannederdim. Yani babam öyle söylerdi. Şimdi ise dipsiz bir kuyunun içine düşüyordum. Bu kimliklere anlam veremiyordum. Bana bu zamana kadar kimse yalandan başka bir şey söylememişti. Şimdi doğruyu söylemelerini beklemek aptallık olurdu. Ne yapmam gerekiyordu? Neden bana yalan söylemişlerdi? Doğruyu bana kim söylerdi? Hiçbir fikrim yoktu. Nefes alamıyordum sanki. Odamda yatağıma uzanıp öylece tavana bakmaktan başka elimden hiçbir şey gelmiyordu. İşin tuhaf tarafı bu soyadı aynı zamanda Yiğit'in de soyadı olmasıydı. Hayatıma girdiği günden bu yana her şeyim elimden birer birer kayıp gidiyordu. Tüm bu düşünceler bana sabahı ettirmişti. Gün ışığı gözlerime tüm keskinliğiyle vururken yatağımdan kalktım. Gözüme bir gram uyku girmemişti. Yatağımı toplayıp dolabımın karşısına geçtim. Mavi kotumla beyaz boğazlı kazağımı giydim. Henüz kimse uyanmadan evden çıktım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Serin havada yavaş yavaş yürüyordum. Birden aklıma gelen düşünceyle yolun karşısındaki taksi durağına gidip bir tane taksiye binip şoförüne yolu tarif ettim.

15 dakika içinde mezarlığın yanına vardık. Taksinin ücretini ödeyip hemen arabadan indim. Mezarlıktan içeri girdim. Kafa dinleyebileceğim tek ortamdı. Biraz ilerledim ve üzerinde "Mine Cihangir" yazan mezar taşını buldum. Gözlerim direkt dolmuştu. Annemi ziyaret etmeyeli belki bir yıl olmuştu. Onu sadece fotoğraflardan görmeme rağmen çok özlüyordum. Ben henüz 1 yaşındayken ölmüş. Babam yine her zamanki gibi bu kadar bilgi bilmeme izin vermişti. Bence babam beni bu zamana kadar hiç sevmemişti. Bu düşünce aklımdan geçer geçmez gözyaşlarım sel olmuştu. Mezarın karşısına oturup annemle konuşmaya başladım. "Anne neden beni bırakıp gittin? Çok yalnız hissediyorum kendimi. Anne ben kimim?" Son cümle dudaklarımdan dökülür dökülmez arkamdan ses duydum. İlk başta olduğum yerde sıçradım. Sonrada hızlıca gözyaşlarımı sildim. Arkamdan duyduğum ses birden bana doğru yaklaşmaya başladı. Arkamı dönünce yine onunla karşılaştım. Nefret ediyordum, ondan da karşılaşmaktanda! Benim demin kendi kendime sorduğum soruya cevap vermesi beni iyice sinirlendirdi. "Erva Soydan'sın güya." Sinirle üstüne doğru yürüdüm. Tam dudaklarım aralanmıştı ki, kendimi durdum. İçimdeki öfkeyi ne söylersem söyleyeyim dinmeyecekti. Ellerim istemsizce birden kendi saçlarımı yolmaya başladı. "Hani hayatımdan defolup gidecektin?!" Derin bir nefes verip sırıttı. "Dosyayı getirmen şartıyla haklısın. Nerde dosya?" Onun sözüne itimat etmek benim aptallığımdı. "Bulamadım." Kaşları çatıldı. "Nasıl bulamadın? Kesinlikle orada olmalı." Ben de kaşlarımı çattım. "Git kendin bul o zaman! Artık sapık gibi peşimde dolanmayı da bırak!" Sert yüzü birden biraz olsun yumuşadı. "Ben seni takip etmiyorum." Sinirle güldüm. "Buraya da öldürdüğün insanları ziyarete geldin o zaman?" Başını soğuk kanlılıkla olumsuz anlamda sağ sola salladı. "Yok onların mezarlığı başka yerde." Cümlesi ile kala kaldım. Ben ölümü mecazi anlamda kullanmıştım. Bir kaç saniye şaka yapıp yapmadığını öğrenmek için dikkatle yüzünü izledim. Gayet ciddi gözüküyordu. "Karşında bir savcının kızı olduğunu unutuyorsun." Tehtitkar biçimde üzerime yürüdü. Dibime kadar girip kafasını bana doğru eğdi. Kaşlarını çatıp gözlerimin içine baktı. "Savcıda benim. Kanunu koyanda. Bunu o aklına sok!" Son cümleyi söylerken işaret parmağıyla sertçe kafamı itmişti. İstemsizce gözlerimi sıkmamla yeşil gözleri ile temasım kesildi. İki adım geriye gittim ve gözlerimi açtım. Tekrar konuşmaya başladı. "Telefonunu ver." Kaşlarım çatılmıştı. Benim itiraz edeceğimi anlayınca cebimdeki telefonu hiç izin beklemeden çekip aldı. Tam telefonumu almak için elimi uzatmıştım ki bileğimden tutup elimi geriye itti. "Sakın!" Öylece baka kalmıştım. Bir süre telefonumda bir şeylere baktı. Sonrada telefonumu bana tekrar verdi. "Bundan sonra Yiğit değil, Elçin olarak kayıtlıyım." Gerçekten deliydi. Tabii ben yine çenemi tutamadım. "Yöneliminin farklı olduğunu bilmiyordum." Karşısındakinin kim olduğunu bilmiyordu. Ama öğrenecekti. Ben savcının kızıydım. Ona pabuç bırakmazdım. Ama tahmin ettiğimin aksine hiç sinirlenmemişti. "İstersen bu konuyu bir gece uzun uzun tartışabiliriz." Yandan yandan güldü ve göz kırptı. Yine sinirlenen ben olmuştum. Elimi tam yüzüne bir tane indirmek için havaya kaldıtmıştım ki bileğimi tuttu. "Haddini aşmaya başladın Erva. İkimizde yakıp yıkmadan git buradan. Şimdi haddi aşan da ben olmuştum! Ama ilk defa haklıydı. En doğrusu buradan gitmemdi. Hiçbir dediğine cevap vermeden arkamı dönüp hızlıca mezarlığın çıkışına ilerlemeye başladım. Tam o sırada arkamdan seslendi. Bir anlık durdum ve omzumun üzerinden ona baktım. "Eğer doğruların peşine bir gün düşecek olursan, sana pusula olurum." Tam cevabını verecektim ki gözüme o an bir şey takıldı. Şu an da annemin iki yanındaki mezarın önünde oturmaya başlamıştı ve mezar taşında Müjgan Cihangir yazıyordu. Ve ben bunu ilk defa fark ediyordum. Mezar taşını görünce ona ne diyeceğimi de unutmuştum. Daha fazla burda kalmak istenediğim için yoluma geri döndüm. Mezarlıktan çıktım ancak adımlarımı hiç yavaşlatmadım. Taki telefonumdan bildirim sesi gelene kadar. Telefonu çıkartıp bakınca halamın mesajını gördüm. Çabuk eve gel yazmıştı. Bana hiçbir zaman böyle bir emir vermemişti. Belli ki önermli bir şey vardı. Hemen bir taksiye binip evin yolunu tuttum.

GECE GÜNEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin