•Yazar•
Minho oğlunu okuldan aldığından beri yüzünde açan gülleri görüyordu, fark ediyordu. Her gece yatmadan önce düşündüğü tek şey neden bu işi daha erken bitiremediğiydi.
Babalık kutsallık demekti, bu kutsal sıfatı hak ettiğinden emin değildi. Olayların üstünden haftalar geçse de kalbinin derininde açılan yara sonsuzdu.
Korkuyordu, oğlunun büyüyünce kendisine neden onunla ilgilenmediği, onu dinlemediği, onu anlamadığı için hesap sormasından korkuyordu.
O daha küçücüktü bunlara dayanabilmesi bir mucizeydi. Sadece terapinin işe yarayacağını umuyordu. Başka çok bir seçeneği yoktu çünkü.
Junghoon kafasını cama yaslamış sessizce dışarıyı izliyordu. Arada bulutları babasına gösteriyor, onları herhangi bir şeye benzetiyordu. Kıkırdamaları arabanın içinde yankılanıyordu, bu biraz olsa da Minho'yu rahatlatıyordu.
Ofisin önüne gelince Minho el frenini çekti ve oğlunun saçlarını okşadı. "Geldik."
Oğlan derin bir nefes verdi. Gergindi. Fazlasıyla korkuyor ve endişeleniyordu. "Sende benimle gelecek misin baba?" diye sordu dudaklarını büzerek.
"Bebeğim, ben belki odaya gelemeyebilirim." oğlanın küçük ellerini tuttu. "Ama eğer konuşacağın hyunguna söylersen, beni içeri alabilir. Emin ol, bana gerek kalmayacak ve çok seveceksin." usulca gülümsedi ve arabadan indi. Arka kapıyı açtı, kemeri çözdü ve oğlunu kucağına aldı. Binanın kapısından girdiğinde derin bir nefes verdi.
Asansörü çağırdı. Beklemeye başladığında göz ucuyla oğluna baktı, pekte iyi görünmediğinin farkındaydı. Açılan kapılardan içeri girdiğinde gidecekleri katın numarasının düğmesine bastı. Mütevazi bir binaydı, beş katlı ve küçüktü, Seul'ün gösterişli gökdelenlerinin yanında minicik kalacak türdendi.
Junghoon ağzıyla uçuş sesleri çıkarırken, Minho ona kıkırdamıştı. Eğlenmeyi asla elden koyuvermeyen bir çocuktu.
Kapılar ikinci defa açıldığında Minho oğluna baktı. "İniş gerçekleşti kaptan!" dedi ağzının içinden. Asansörün dışına çıkarken küçük bir kıkırtıyı hak etmişti.
Ofise tam anlamıyla ulaşınca, parmaklarını usulca zile yaklaştırdı. "Baba ben yapabilir miyim?" Minho onaylayarak oğlunun zili çalmasına izin verdi.
Kapı kısa boylu, sarışın küt saçlı bir kadın tarafından açılmıştı. Kadın hafifçe eğilerek Minho'yu selamladı. "Hoş geldiniz."
Minho'da kadını tekrarlayarak selamladı. İçeri geçip odaların önünde duran sandalyenin birine oturdu. Junghoon kafasını babasının omzuna koymuş olacakları görmeyi bekliyordu.
Minho parmaklarını oğlunun yanağına sürtmüş, alnını öpmüştü. "Gerilmene gerek yok aşkım, ben seni burada bekleyeceğim. İstediğin zaman da gideceğiz, sana söz veriyorum."
Diğer odadan çıkan genç kızın gözleri fazlasıyla bayıktı. Danışmanına kuru bir gülümsemeyle veda etmiş, ve ofisten hızlıca ayrılmıştı.
Arkasından çıkan sarışın düz saçlarının arasından fırlayan kıvırcık saçları fırlamış, kahve rengi gözlü, yapılı bir adam çıkmıştı. Junghoon adamı incelerken gözlerini kısmıştı. Minho'nun gördüğü sima ise daha önceden tanıdıktı. "Baba benim doktorum o hyung mu?" yüzünü hızla saklamış ve utandığını belli etmemeye çalışmıştı.
"Hayır hayatım, ama o hyung senin doktorunun iş arkadaşı." gülümsemiş ve oğluna bakmayı kesmemişti.
Merakı sayesinde yüzünü gösterdi. "O noonanın da mı canını acıttıkları için mi gelmiş?"
Sertçe yutkundu. "Bir şeyler anlatmak için gelmiş, hani biz Seungmin hyungunla dertleşiyoruz ya bebeğim, aynı onun gibi."
Sarışın adam Junghoon'a gülümsemiş, onu görebilmesi için tek dizini yere koymuştu. "Tanışmak ister misin?"
Oğlan ise babasına daha sıkı sarılmış ve yüzünü gizlemeye çalışmıştı. "Yeni arkadaşlar edinmek istediğini söylemiştin, bir yerden başlamalıyız değil mi Hoon?"
Sarışın adama usulca bakmıştı. "Junghoon." dedi fısıldayarak. Babasını gülümsetmeyi başarmıştı.
"Bende Chan." elini tokalaşmak için uzattığında gülüşü iki katına çıkmıştı. "Tanıştığıma memnun oldun Junghoon."
Kendi elinin neredeyse iki katı olan eli sıkmıştı. Yeni biriyle tanışmak onu mutlu etmişti. "Chan hyung..." diye fısıldadı usulca.
"İstersen sadece ismimi de kullanabilirsin."
"Hayır, benden büyüksün. Sana hyung demeliyim." Minho oğlunun saçını okşamış ve bir öpücük bırakmıştı.
Jisung'un hastası odasını terk edince Minho kapıya bakmış sonra ise oğlunun yanağını okşamıştı. Her şeyin en iyisini düşünmeliydi. Pozitif kalmaya özen göstermeliydi.
"Merhaba, Junghoon sen olmalısın. Bende Jisung." tam anlamıyla ağızları kulaklarındaydı.
"Merhaba." diye fısıldamış ve babasına bakmıştı.
"Odamda gelmek ister misin? Birbirimiz hakkında bilgi edinelim, çünkü yeni bir arkadaşım olmasını sabırsızlıkla bekliyorum." dedi Jisung.
"Ben buradayım." diyerek oğlunu rahatlatmaya çalışmıştı. Junghoon babasının kucağından inip Jisung'un eliyle işaret ettiği odasına girmişti.
"Bayağı tatlı bir çocuk." demişti Chan, olduğu yerden doğrulmuştu.
"Teşekkür ederiz." diyerek yanıtlamıştı Minho. Gerginlikle bacağını titretmeye başlamıştı.
"İyi anlaşacaklarından emin olun."
"Umarım."
Yaklaşık yarım saat süren seans sonunda, Junghoon'un yüzünde güller açıyordu. Görünüşe bakılırsa ikili iyi arkadaş olmuşlardı.
Oğlan doktoruna iyi günler dilemiş, ve babasıyla arabaya bindiğinde çenesi açılmıştı. İçeride ne yaptıklarını anlatıyor, Jisung'un kendisi hakkında verdiği bilgileri kafasına kazımaya çalışıyordu.
Eh, açıkça görev başarılıydı.
______________________;)
Kendinize çok iyi bakın <33
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Father | MinSung
FanfictionBaba ne demekti? Nasıl hissettirmekti? Baba nasıl olunurdu? Hiç bir şey bilmiyordu. Küfür, argo, zorbalık, ırkçılık içerir. Ana ship: MinSung Yan Ship(ler): SeungIn, ChanChang, HyunLix