st'3

462 82 44
                                        

Temmuzun pırıl pırıl ve yakıcı seması bir kasvet gibi şehrin üzerini örtüyor, tüm enselerde tanrı armağanı bereket terlerinin yer edinmesini sağlıyordu. Yangsan bu yaz hayli sıcaktı, daha beterlerini de görmüştü fakat insanoğlu nankördü, elbette her birine felaket sıfatları biçecekti. Ne giyinseler kâr etmiyordu, aileleri tarafından tokatlarla fırçalanıp ayıplanacak olmasalar ilkokullu ortaokullu çocuklar anadan üryan vaziyetleriyle dolaşacaklardı.

Bundan sebep Minho, marketin girişinin üst tarafındaki pervanesi kendine hayırsız vantilatörün önünde gözleri kapalı serinlemeye çalışıyor, keten gömleğini eliyle uçuşturuyordu. Şu an evlerindeki klimanın önünde pinekliyor olabileceğini düşündü ve kendisini itinayla her gün markete sürükleyen babasına serzendi içten içe. Üniversiteden tatil için döndü diye daha alttan almalı ve gönlünü hoş tutmalı vakitler geçirir sanmıştı. Gurbet elinde okuyordu sonuçta, biraz sempatiyi hak ediyordu elbette.

Soluduğu hava şahane bir boğuculuğa dönmeye başladığında ofladı sıcak sıcak, arkasını dönüp biraz da sırtını serinletmeye çabaladı. Şimdi tam karşısında bulunan içecek dolabı gözüne müthiş serin ve cazip geliyordu. Babası bir akrabalarının taziyesinde olduğu için markete göz kulak olma işi başına kalmıştı ve yalnızdı. Bunun rehavetiyle hemen uzanıp dolabın içinde arka arkaya dizilmiş elmalı sodalardan birini aldı, avuç içine yayılan soğukluk bedenini titretti. Bu sefer sürekli başvurduğu ilkellikten uzak ve normal bir yöntem olarak market bilgisayarının yanında duran açacakla açtı kapağı ve şişeyi dikti kafasına. İliklerine dek serinlediğini hissettiğinde de indirdi şişeyi, sodanın asidi boğazını yakmış, içinde biriken gazı sessiz bir geğirmeyle dışarı çıkarırken burnunun sızısı gözlerini yaşartmıştı. Bu tür kabalıklar yalnız kalındı mı aptal bir neşeye yol açıyordu.

Elindeki sodayla beraber tekrardan döndü vantilatörün önüne. Gözlerini yumup dipleri terli saçlarının belli belirsiz uçuştuğunu hissetti. Sonra bir ürperme dürtüsüyle açtı gözlerini, tam karşısında dikilen uzunca oğlanı gördü. Kendi marketlerinin kapısına dayanmış, kollarını birbirine dolamış, suratına suratına vuran güneşi gözlerini kısarak karşılamış bir oğlan. Minho, bir anlığına şaşırdıktan sonra kafasını sağa sola salladı "ne var" dercesine. Seungmin omuz silkti sadece, ardından yarım dakikalığına içeri girip yeniden göründü. Minho bunu yapış nedenini aramak için süzdü onu, nihayetinde Seungmin elini havaya kaldırdığında parmaklarıyla ucunu kavradığı şişeyi gördü. Daha demin yarısını devirdiği elmalı sodanın aynısını açmış koca bir de yudum almıştı gözünün önünde.

"Özenti." diye mırıldandı Minho sessizce fakat dudaklarını okuyabildiğini biliyordu, ne hikmetse Seungmin'in böyle aptal bir yeteneği vardı.

Oğlan umursamaz bir dudak bükmenin ardından bir yudum daha aldı sodasından, sonra Minho'ya döndü sırıtarak ve suratındaki hınzır ifadeyle beraber duyulabilecek kadar yüksek bir iğrençlikle geğirdi. Kendince bir meydan okumaydı bu ve kabul edileceğinden de adı kadar emindi.

Onu haksız çıkartmadan gülmemek için ısırdığı yanak içlerini serbest bırakarak şişenin dibinde kalan içeceğini kafasına dikti Minho, şişeyi boşalttı ve büyük bir hava kümesini göğüs kafesine hapsederek yuttu, tam iki saniye sonra da Seungmin'i keyifle kıkırdatan bir şiddetle geğirdi. Birbirlerinden iğrenme işi beraber aynı çatı altında geçirdikleri iki okul dönemi boyunca buhar olup gitmişti.

"Bu iyiydi." dedi Seungmin ellerini nemli siyah saçlarının arasından geçirirken.

Minho, bir galibiyet tebessümünün ardından elindeki boş şişeyi kenardaki çöp kutusuna attı. Hâlâ karşısında dikilen oğlanın gitmeye niyeti yok diye konuşası geldi, babasının kıçının konforu için aldığı tekerlekli koltuğa oturmak yerine. Dudaklarını diliyle ıslattı, ardından anlaşılır bir biçimde yalnızca oynattı. Zaten Seungmin'in "Ev işini ne yaptın?" diye sorduğunu anlayacağını biliyordu ki anlamıştı da.

sour times | 2minHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin