"Var ya hocalar dolandıra dolandıra bir bok anlatamıyor. Bu sefer şak diye girdi kafama, tüm sorularımı çözdürdüm o kerize."
"Kerizliğinden olduğuna eminsin yani?" diyerek içeride açtığı iki sodayla gelip kaldırımdaki arkadaşının yanına oturdu Minho. Akşamüstü havayı azıcık serinlettiğindendi bu yerleşke kararları, yoksa aklı başında olan bu mevsimde öğle vakti dışarıda oturmazdı.
"O ne demek?" diye sordu Jeongin kendisine uzatılan sodalardan limonlusunu alırken.
"Hayır, yani sen kanlı bıçaklıymışsınız gibi davranıyorsun ya hep."
"Tek ben değilim ki öyle davranan." soğuk şişenin ıslak etrafına sardı elini iyice, iyiden iyiye sızlatmıştı tenini. Yakın geçmişin hatrına düşüşünün de payı vardı bunda fakat bu kendince bir gizdi. "Hyunjin de haz etmiyor benden."
"Lisedeki gibi değiliz bence artık."
"Olmadığımız belli zaten, senle Seungmin'den."
"Nasıl yani?" diye sordu Minho durgunca bir tonlamayla, sahiden meraktaydı fakat bunu sesine yansıtamamıştı. Onun aksine Jeongin ise odağı bir şekilde kendi üzerinden attı diye rahatlamıştı, Minho'nun babası dahil şu an görünürde pek insan olmasa da sesini kıstı, yerin kulağı vardı.
"Yani asıl kanlı bıçaklı olan sizdiniz, bizden beterdiniz."
"Babalarımız öyle diye."
"Babalarınız hâlâ öyle."
"Evet," dedi Minho şişeyi elinde evirip çevirirken. Bunun olağan bir his olması gerekmez miydi? Sonuçta insandı bu, yerinde sayacak değildi, muhakkak değişirdi ama nedense, bunun farkına varınca ister istemez ürkmüştü. "Aynı evde yaşadık oğlum, normal işte değişmemiz."
"Aranızda bir şeyler mi geçti?" diye sordu Jeongin şaşırtıcı bir ciddiyetle apansız. Minho'nun aldığı yudumun boğazında kalmasını ve gürültülü bir öksürük krizine girmesine neden olunca telaşla elini arkadaşının beline atıp art arda vurdu her ne kadar bunun faydasız olduğunu bilse de.
"Ne saçmalıyorsun ya, nereden çıktı bu?" dedi Minho ağzının etrafını koluyla silerken.
"Ne bileyim, bir hovardalık var sanki ikinizde de geldiğinizden beri. Bak benden bir şey saklıyorsan ve sonradan öğrenirsem suratını dağıtırım."
"Yemin ederim saklamıyorum bir şey ya, klasik tartışmalarımız işte."
"Ne klasiği ya, yavanlaştınız oğlum, nerede sizin ağız burun kırmalı kavgalarınız?"
"O kadar da serseri değiliz artık, ben umursamıyorum yani eskisi gibi."
"Ne saklıyorsun benden?"
"Ya gerçekten bir şey saklamıyorum! Ne geçiyor aklından."
"Bu kadar olgunlaşmış olmanızı yediremiyorum sadece."
Bunun üzerine bir şey diyemedi Minho, dışarıdan bir perspektifle ilişkilerinin böyle gözüktüğünü duymak kendini şüpheye düşürmüştü. Hiç üzerine düşünmemişti çünkü. Geçen senenin en başında herhangi bir yurda yerleşemediği için dere dere ev ararken Seungmin'in de aynı durumdan muzdarip olduğunu bir şekilde öğrenmiş ve ikisinin de işine geldiği için katlanmışlardı birbirlerine. Katlanmak çatısı altında değildi fakat ev arkadaşlıkları; sürtüşmeleri, tartışmaları ve anlaşmazlıkları yalnızca bir iki ay sürmüştü. Üçüncü aydan itibaren Seungmin her hafta elinde elmalı sodalarla gelmeye başlamıştı ve bunu laf arasında inkar etse dahi kişiye özel bir jestti, kendisi bir kez olsun dolabı açıp da aldığı sodalardan içmemişti. Sorarsanız da kendisi için almıştı fakat Minho isterse içebilirdi. Şimdiye kadar da bu meseleyi eşelemekten kaçınmıştı Minho, içine düşerse bu kadar karmaşıklaşacağını bir şekilde kestirmiş gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sour times | 2min
FanfictionMütevazı mahallenin rakip marketleri ve onların üniversiteden dönen oğulları. -hyunin. -düzyazı.