Minho, elindeki uzun ince dalla hangi ağaçtan düştüğünü bilmediği ve bununla ilgilenmediği yaprağı hareket ettirip duruyordu. Saat sabahın sekizi olsa da hava serin sayılmazdı. Gözlerinde zorla kaldırıldığını belli eden bir mahmurluk vardı hâlâ, suratı sabah huysuzluğundan asıktı.
"Hiç söylemeyi düşünmüyor musunuz ailelere?"
"Düşünmüyoruz sanırım, hem bir anlamı da yok. Gidecekmiş zaten beyefendi."
En az arkadaşı kadar uykusuz olan Jeongin de salladı kafasını, bu meseleden haberi olan iki kişiden biriydi ve babalar arasındaki gerilimden tüm mahalleli gibi haberdar olmasa o kadar da tehlikeli bir şey gibi gelmezdi kulağa, biliyordu.
"Bari çaktırmayın da giderayak öğrenmesinler, Sungyeol amca beni ürkütüyor."
"İnan beni de ürkütüyor." diyerek sırıttı Minho, sonra kafasını çevirip elindeki dalı Jeongin'in her gün özenle temizlediği beyaz ayakkabılarının üzerine sürttü. "Dershane bu sene erken açılmış, nasıl gidiyor?"
Hızla geri çekti ayağını Jeongin sinirle homurdanarak elini kirletmek uğruna ayakkabısına bulaşan birkaç parça tozu temizledi. "Daha üç gün oldu başlayalı, geçen sene nasılsa öyle olur yine."
"Senin rakip sahalarda yine sanırım, götle don gibisiniz bakıyorum da."
Yakın arkadaşının sırıtarak söylediği şey hoşuna gitmediğinden göz devirdi Jeongin. İkinci defa mezuna kalmış olmak, kendi isteği dahi olsa, canını sıkıyordu ve üstelik Hyunjin ile kalmış olmak da cabasıydı. İçtikleri suda bile rekabet ediyorlardı.
"Sorma ya," diye mızmız bir tonda mırıldandı. "Geçen sene de benden yüksek bir puan almıştı hâlbuki, siktirip gitseydi birinci olacaktım dershanede."
"Aranızda iki puan vardı sadece ve hâlâ birinci olabiliyorsun. Ara sıra Hyunjin de oluyor, bu kadar."
"Zirve tek kişiliktir lafını duymadın mı oğlum hiç!" diye yükseldi Jeongin, etrafına zararı olmayan bir hırsı vardı hep. "Bu yıl da bekle sen şu kardeşini, tıp kazanıp geleceğim yanına, beraber yaşayacağız."
"Geçen sene de böyle kandırdın beni Jeongin, bak elin oğluyla çıktım eve."
"Ya bu sene son diyorum cidden, basıp geleceğim Seul'e, âlem yapacağız."
Minho, koluna vura vura hararetle vaatler veren arkadaşını dinlerken oturdukları kaldırımın karşısından ters istikamette gelen uzunca iki oğlana takıldı gözleri, diğer marketin kapısına gelene dek seyretti onları. Seungmin, yalnızca arkadaşının omzuna vurup içeri girmişti. Hyunjin ise elleri ceplerinde onlardan tarafa yaklaşıyordu, onun da Jeongin gibi çantası vardı sırtında.
"Hey!" diye bağırdı karşıdan. Jeongin irkildi yerinde, Minho'dan farklı olarak daha henüz fark edebilmişti arka taraftan geleni. Hemencecik de suratında ince bir öfke belirmişti.
"Ne var sabah sabah Hyunjin?" dedi diklenir gibi bir tonda, onun aksine Hyunjin fazla pişkin ve meymenetsiz bir ifadeye sahipti.
"Daha üçüncü günden gelmemezlik mi ediyorsun?"
"Ediyorsam da ediyorum, sana ne?"
Aldığı cevaba karşılık geniş omuzlarını silkti siyah saçlı oğlan, hınzır sırıtışıyla, "Sen bilirsin." dedi mırıldanarak, ardından çantasının tek kolunu tuttu ve yavaşça yürümeye devam etti.
Arkasından birkaç saniye bakakaldı Jeongin, Minho'nun babasının çalışırken yesin diye eline sıkıştırdığı çikolata paketini sıktı avuçlarının içinde. Sonra aceleyle kalktı yerinden. "Bekle beni!" diye bağırdı kasten küçük adımlar atan Hyunjin'e. Peşinden koşmadan önce de arkadaşına dönüp veda etti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
sour times | 2min
FanfictionMütevazı mahallenin rakip marketleri ve onların üniversiteden dönen oğulları. -hyunin. -düzyazı, minific.