Uzunca bir süredir pineklediği salondan kalkıp mutfağa adımını attığı vakit annesi tarafından eline kocaman doluca mavi bir çöp poşeti sıkıştırıldı Minho'nun, annesi böyle en beklenmedik anda bir posta ev işi yaptırmaya bayılırdı da her halükârda babasının yanında bir çöl sıcağıyla cebelleşmeye yeğlerdi bunu.
"Kapının önüne bırakıyorum."
"Yavrum at diye verdim, ben de çıkarırım kapının önüne."
"Biraz da diğer veledini çalıştırsana anne, hiç kalkmıyor yerinden." diye serzendi Minho kendisinden on dört yaş küçük kardeşinin güllük gülistanlık yaşamına imreniyorken.
"Nasıl taşısın o, laf yapma hadi."
Annesinin omuzlarından kapıya doğru ittirişinin ardından evin şimdilik iş yapabilecek en müsait çocuğu olma yazgısına razı gelerek dış kapının kolunu indirmeden evvel önüne gelen ilk terliği geçirdi ayaklarına. Sonrasında oflaya puflaya poşetin düğümlü ucundan kavrayıp apartmanda bulundukları üçüncü katın koridoruna çıktı. Annesi mutfak işleriyle haddinden fazla meşgul, kardeşi de kapı ziline hemen reaksiyon gösteremeyecek kadar alık olduğu için tam kapatmadan hafifçe aralık bıraktı kapıyı. Ardından yerde sürüklememeye uğraşarak içi aklına yatıramadığı kadar karton ve türevleriyle dolu poşetle beraber asansörün yanına ulaştı ve neyse ki daha o çağırmadan kendi katlarında durduğunu belirtir bir takırtı çıkardı.
Asansörün otomatik kapısı sağa doğru kayarak açılırken içerisindeki tek kişiye takıldı Minho'nun gözleri. Boylu poslu, bordo şapkalı ve siyah maskeli adamın elinde tuttuğu siyah poşetle asansörden çıkarken süzdü baştan aşağı. Gündüz gözüyle bu ıssız tipin amacını kavrayamadığından, "Kime bakmıştınız?" diye seslendi. Bunu sorumluluk olarak görmüştü zira bu kattaki iki daireden biri bizzat kendi evi oluyordu ve kapıları açıktı.
Şimdilik yabancı görünen adam duyduğu sesle omuzlarını dikleştirdi bir farkındalık hâliyle ve çabucak arkasına döndü. Önce kısıkça bir kıkırdadı, ardından, "Minho'ya bakmıştım." dedi nüktedan olduğu tınısının her hâlinden belliydi. Tanınacağına şüphesi yoktu ki bunu surat ifadesi gerilen genç de tescillemiş oldu.
"Seungmin?"
"Sürpriz!" diyerek elindeki poşeti havaya kaldırarak salladı.
Kaşlarını garip bir anlamazlıkla çattı Minho. "Bir, neden buradasın? İki, güpegündüz hırsız tipiyle ne arıyorsun?" dedi oğlanın bu kasvetli tarzını incelerken.
"Aslında ikisi de hemen hemen aynı soru oluyor."
"Çarpıtma anladın işte."
"Sipariş getirdim." dedikten sonra can havliyle yüzünün yarısını kapatan maskeyi indirdi çenesine doğru. "Nefessiz kaldım!" dedi suratının kapalı olduğundan ötürü terleyen kısımlarını koluyla silerken.
"Kim dedi sana bu sıcakta maske tak diye?"
"Babam tabii ki."
"Sebep?" diye sorduğunda Minho'nun evinin tam karşısını işaret etti Seungmin.
"Komşunuz sipariş vermiş, babana ayıp olmasın diye de böyle gizli saklı iş çeviriyoruz aklınca. Şu at hırsızı tipimle ne saklanacaksa artık."
"Yuh ya," diye söylendi Minho. "Bizden başka marketten alışveriş yapmıyorlardı güya."
"Sizde köy yumurtası yokmuş."
"İsteselerdi getirtirdi babam, yazık değil mi kandırıyorlar koskoca adamı!"
Seungmin elinde olmadan güldü karşısında feveran eden oğlana. Sonra dudaklarını oyuncu bir biçimde büzdü sanki çok üzülmüş gibi. "Canını sıkma bebeğim, bir müşteri gider diğeri gelir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sour times | 2min
FanficMütevazı mahallenin rakip marketleri ve onların üniversiteden dönen oğulları. -hyunin. -düzyazı.