Minho, kapısına vardığı dairenin önünde paspasına basmamaya özen göstererek durdu. Jeongin'in annesi bu konuda huysuzdu, her ne kadar işlevi bu olsa da paspasın üzerinde tek bir toz görmek çileden çıkarırdı onu.
Hiçbir tereddüt gözetmeksizin bastığı zilden birkaç saniye içerisinde elini çekip kapının açılmasını bekledi sakince, iki gün önceki olaydan beri arkadaşıyla görüşememiş, ulaşmaya çalıştığındaysa ancak kısacık görüşmeler yapabilmişti. Bu kadar içine kapanmasına neden olacak bir mesele olduğunu düşünmemişti fakat bir üstünde durunca onunla adamakıllı konuşmanın yararı olacağına şüphesi kalmadı.
"Minho, hoş geldin yavrum." annesi pimpirikli olduğu kadar sevecendi de ve bunun dışında zaten oğlunun en yakını olduğunu bildiği genci çok severdi. O nedenle kaşlarını hafiften çatıp paspasın üzerini kontrol ettikten sonra memnun bir ifadeyle kenara çekilip Minho'yu davet etti içeri. "Gel, Jeongin odasında."
Minho gereğinden fazla saygılı bir usturupla kadının önünde eğilip ayakkabılarını çıkardı ve çarçabuk önüne atılan terlikleri giyindi. Arkasındaki kadın dış kapıyı kapatırken aşina olduğu koridorun en sonundaki kapıya doğru yürüyüp birkaç defa tıklatıp direkt girdi içeri, öylesine çalmıştı zaten niyeti cevap almak değildi ki içeri girdiğinde arkadaşının kulaklarındaki kulaklıkla sırtı kapıya dönük bir şekilde ders çalıştığını görünce o cevabı asla alamayacağını fark etmişti. Yavaşça kapıyı yerine oturtup arkasından yaklaştı munzur bir edayla, üzerine doğru eğildi ve kulaklıklarını çıkardı kulağından.
"Lan!" diyerek korkuyla arkasına döndü Jeongin, iri iri gözlerle karşısında dikilen oğlana baktı şaşkınca. "Ne ara geldin sen?"
"Bu ara." deyip arkadaşının dağınık yatağına oturdu Minho.
"İnsan bir haber verir."
"Haber versem bahane bulacaktın yine her zamanki gibi."
"Uydurma."
"Yalan mı? Kaç gündür doğru düzgün konuşmuyoruz, dershaneye de gitmiyormuşsun."
"Kimden öğrendin, annemlere birkaç gün ara verildi demiştim."
Minho, "Hyunjin'den." dediği zaman elinde yuvarladığı kalemi usulca kitabının üzerine bıraktığını gördü Jeongin'in. "Çalış ben bitirmeni beklerim."
"Çalıştığım falan yoktu," diyerek kalkıp yatağına adımladı o da. Yorganını düzeltip arkadaşının yanına oturdu ve sırtını duvara yasladı. "Annemin gözünü boyayayım diye oturdum başına."
"Hayırsız."
"Sensin hayırsız, üçkağıtçı."
"Hepsi senin içindi bir kere," deyip bağdaş kurarak yan bir şekilde ayarladı pozisyonunu. "Emin değildim ama yine de hoşuna gidebilir diye düşünmüştüm."
"Çok gitti hoşuma, görmüyor musun?"
"Gittiğine bahse girerim de şimdi boşa melankolik takılıyorsun."
"Gitmedi!" diyerek yatağının baş kısmındaki yastığı alıp Minho'nun göğsüne doğru attı Jeongin, kafası allak bullaktı. Bu konu hakkında konuşmak istiyor mu istemiyor mu bilmiyordu fakat arkadaşının bunu eşelemekten vazgeçmeyeceği barizdi.
"Hâlâ bana bundan bahsetmemiş olmanı kabullenemiyorum." dedi Minho yastığı kucağına yerleştirip dirsekleriyle tek seferlik çiğnerken, az evvelki afacanlığı dinmişti. "Kaç zaman geçmiş üstünden, canını da sıkmış belli."
"Söylesem ne değişecekti," parmaklarını birbirinin arasından tuhaf bir ritimle geçiriyordu, iki sene öncesi hatrında canlanmıştı tekrar. "Dövecekti beni neredeyse, sonra sen bir anda arkamda gülmeye başlayınca dedim Jeongin buradan dönmez bu mesele, paçayı başka şekil kurtar."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
sour times | 2min
Fiksi PenggemarMütevazı mahallenin rakip marketleri ve onların üniversiteden dönen oğulları. -hyunin. -düzyazı, minific.