Minho'nun dün verdiği sözü tutarak babasının mahkeme duvarı suratının peşinden markete gelmesinin ardından bir akşamüstü vaktinde iki dost ellerindeki bitmiş buz dondurmaların çubuklarını dişleri arasında eziyorlardı. Jeongin dün suratına kapatılan telefondan sonrasını ancak şimdi öğrenebilmiş ve öğrenince de arkadaşına soracağı hesap buhar olup gitmişti aklından.
"Ben sana demedim mi bir şeyler var diye? Seungmin'in gözleri siz döndüğünüzden beri fıldır fıldır zaten."
"Bilmiyorum, hiç ihtimal vermemiştim." dedi tekerlekli sandalyede bir o yana bir bu yana aheste aheste salınırken.
"O kadar da anlaşılmaz değildi ki lan kanlı bıçaklı gittiğiniz yerden can ciğer döndünüz, normal mi sence?"
Dudaklarını bir bilinmez suretiyle sarkıttı aşağı doğru Minho. Bu konu hakkında konuşmak öylesine garip hissettiriyordu ki ses tonunu ayarlamak bile güç geliyordu. Bir anda öyle yüksekçe içindekileri anlatmak ya da sandalyesine sinerek kısık kısık sözcükler gevelemek arasında kalıyordu. Jeongin'in bunu bu kadar sakin ve olağan karşılaması da tuhaftı nitekim veya en başından beri bunu fark edip beklemesinden kaynaklıydı.
"Alay etmiyordur değil mi?"
"Minho aklını mı kaçırdın oğlum? Ayan beyan ortada zaten her şey. Ha eğer olur da bu hareketlerine rağmen bir yamuk yaparsa dalarız en kötü, yapmadığımız şey değil."
"Değil." dedi Minho sırıtarak, aklına lise anıları doluşmuştu birdenbire, sudan sebeplerle ağız burun birbirlerine giriştikleri o acı tatlı vakitler. Sonra kendi gerçekliğine döndü ve ikilemde bırakan düşüncesi belirdi zihninde yeniden. "Hâlâ yok ortalıkta, mesaj da yok arama da. Bir de bana yarın mutlaka gel demişti, o yok şimdi."
Jeongin şen bir kahkaha attı hayret ifadesiyle, "Hayırdır, çok mu üzüldün?" dedi muzip bir tavırla.
"Üzülmek değil ya," diyerek oturduğu yerde doğruldu Minho gergince. "Beni zorla buraya getirtip kendisi görünmüyor, ondan diyorum işte alay mı ediyor benimle diye."
"İşi çıkmıştır belki."
"Haber versin o zaman."
"Minho," deyip keyifle bir daha güldü Jeongin, arkadaşının bu ani tavır değişikliğini yadırgamıştı. "Sen çok kaptırdın sanki kendini?"
"Jeongin solumdasın zaten bak bir çarpa-"
Minho'nun asabileşmesinin üzerine cümlesini kesen kişi bir anda dükkana giren Hyunjin olmuştu. Kafasında şapkası ve omzunda sırt çantasının tek kolu vardı, suratı ifadesizdi.
"Hyunjin, ne işin var burada?" diye sordu Minho zira Jeongin'in şu an tepki vermeyeceğini adı gibi biliyordu.
"Jeongin'i arıyordum." dedi Hyunjin gözleri aradığını bulmanın rahatlığıyla yumuşuyorken. Bununla beraber yavaşça yutkunup aynı ağırlıkla dudaklarını araladı Jeongin, günlerdir görüşmemenin getirdiği o kabullenilemez özlemin pençesine düşüyordu.
"Ne oldu?"
"Bir şey olmadı, sadece seni dershaneye götürmeye geldim."
"Birazdan eve döneceğim, gerek yok."
"Sen evde çalışabilen biri değilsin."
"Alıştım."
"Kanacağımı mı sanıyorsun?" diyerek alaylı fakat acınası bir tonda kıkırdadı Hyunjin, karşısında küçük taburede oturan oğlanın kaşları çatık bakışlarının altında kendini ezilir gibi hissetmek yerine birkaç adım daha atarak yanına ulaştı ve kolundan tuttuğu gibi ayağa kaldırdı.
![](https://img.wattpad.com/cover/358617522-288-k386273.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sour times | 2min
FanfictionMütevazı mahallenin rakip marketleri ve onların üniversiteden dönen oğulları. -hyunin. -düzyazı.