"Minho, cips standını içeri al diyorum oğlum. Çocuklar aşırıp duruyor sonra."
"Ya baba gözüm dışarıda zaten benim, çok yer kaplıyor markette."
"Hele bir vukuat olsun gösteririm ben sana!"
Minho, yaramaz bir tavırla başını salladı aşağı yukarı. Yaklaşık on dakikadan beridir yerleştirdiği cips paketlerinden bıkmış bir vaziyette iç geçirdi sessizce, akşam güneşi sırtına sırtına vuruyordu, hâlâ sıcacıktı hava.
"Onları çabucak bitir de gel şu veresiye defterini temize çekelim, harp yerine dönmüş karışıklıktan."
Babasının konuşmasının ardından gelen buruşuk kağıt çevirme seslerini işitti, sesli bir mırıltıyla onayladı sonra. Belki de bir dahaki seneye yaz tatilinde buraya gelmez de Seul'de iş bulup çalışırdı. En azından onca yorgunluğunun karşılığında para kazanırdı.
Bıkkın bıkkın işini gördükten sonra boş kolileri iç içe sıkıştırarak marketteki diğer kolilerin yanına koyup babasının yanına vardı. Adam kırışık alnını ovuşturup yeni aldığı fakat eskisinin aynı sıkıcı tonlarındaki kahverengi kapağa sahip deftere mahallede veresiye alanların adını ve alacağı miktarı geçiriyordu.
"Biraz ayrı ayrı yaz ki ekleme yapınca kafan karışmasın." dedi Minho babasına.
"Gerek yok, bundan böyle veresiye meresiye çalışmıyoruz. Bak Byungho efendiye!" diyerek hiddetlendi adamcağız, bir taraftan da hırsla dolduruyordu defteri. "Göz açtırmıyor millete, hadi oldu da veresiye verdi diyelim, aynı gün en kötü ertesi gün söke söke alıyor parasını. Böyle açıkgözlü olacaksın oğlum, iyi niyetinden nemalanıp tepene biniyor herkes. Sanma ki yıllardır aynı mahallede yaşayıp sıkı fıkı olmuşuz, hepsi aptal yerine koyuyor adamı. Ama yok, artık o devir kapandı..."
Babası öfkeli öfkeli söylenişini noktalandırana kadar dinleyemedi Minho, ilk değildi çünkü. Karşı taraf ile olan asabi münasebetlerine karşın mahalleliye pek sıcak ve gereksiz iyi niyetli olduğundan şimdi yazdığı defterin son olmayacağı da barizdi. Üzülüyordu aslında babasına, kendisine yapılan suistimalin önüne geçebilmeyi isterdi de bununla uğraşıp durmak da çok zahmet gerektirirdi. Velhasıl böyle geldiği gibi gidecekti.
Yaklaşık on dakika süren bu saymalı sövmeli defter taşıyışı şüpheli bir hışırtı duraklattığında baba oğul marketin kapısına diktiler gözlerini. Karşılarında dikilen kısacık yeniyetme çocuk bir yakalanmanın eşiğinde gülümsedi acı acı, sonra sağ elindeki paketi arkasına saklamaya çalışıp sol elini salladı tatlı bir selamlama gayesiyle. Minho kaçmak için davranan çocuğu iki koca adımda enselediğinde mırın kırınlar edip durdu yumurcak, kurtulamayacağını anladığı an da serbest bıraktı vücudunu ve kendisini yakalayan gencin onu markete sürüklemesine razı oldu.
"Ben ne dedim sana?" diye feveran etti babası tüm mahallenin tanıdığı afacanı elindeki cips paketiyle görünce.
"Ben de sana gözüm dışarıda demiştim baba, bak çalamadan yakaladım."
"Çalmadım, gelip parasını ödeyecektim bir kere!"
"Junseo oğlum," oturduğu yerden hışımla kalkmasına karşın dingince bir tonda konuşuyordu adam. "Ayıp değil mi yaptığın, annene söylersem eşek sudan gelinceye kadar dayak yersin."
"Söyleyeceğiz tabii, aklı başına gelsin de bir daha böyle üçkağıtçılık yapmasın." dedi Minho, tilt edici bir abi rolünü pek iyi oynuyordu her zaman. Elinin altında kızarıp bozaran çocuğun suratındaki masum endişeyi görünce de sırıttı hınzırca.
"Hayır!" diye annesinin şerrinden deli gibi ürktüğünü belli eden bir çığlıkla çıkıştı Junseo. "Sungyeol amca, söyleme lütfen, bırakıyorum aldığımı da. Özür dilerim."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
sour times | 2min
FanfictionMütevazı mahallenin rakip marketleri ve onların üniversiteden dönen oğulları. -hyunin. -düzyazı, minific.