ÖZLEMEK OYUNU - 47

646 69 34
                                    

Hasan beyin mezarından sonra yolunu değiştirip Davut hocanın yanına gitti Azize

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Hasan beyin mezarından sonra yolunu değiştirip Davut hocanın yanına gitti Azize. Caminin arka tarafında, ağaçların gölgelediği ufak bir alanda hanımıyla yan yanaydı mezarı. Ayakucu tarafında henüz küçük çocukken ağır ateşli hastalık sebebiyle vefat etmiş iki oğlu yatıyordu. Bu köyde doğmuş, bu köyde vazifelerini tamamlamışlardı. Azize ziyaretleri aksattığını bildiğinden biraz mahcuptu hocanın yanında. Üstüne yapraklar dökülmüş ahşap bankı temizleyip oturdu.

"Selamun aleyküm hocam. Ben Azize. Hayırsız talebe mi demek lazım bana? Uzun zaman oldu sizi görmeye gelmeyeli. Gerçi bu gün kızmasanız çok memnun olurum. Biraz sıkıntılıyım. Küçükken bunalınca, üzülünce gelirdim ya yanınıza. Biraz sohbet ederdik. İltifat kabul etmezdiniz ama sesinizi çok sevdiğimi defalarca söylerdim. Nasihatlerinizi dinlemekten keyif alırdım. Kitaplarınıza hayrandım. En güzel teselliler sizin dilinizden dökülürdü. Yine ihtiyacım var hocam. Anlatsanız da dinlesem, huzur bulsam bahsettiğiniz hakikatlerde.

Başıma iş açtım da ben... Nasıl yaptın deseniz, vallahi karmakarışık şeyler oldu. Ellerimden bile kaçasım var. Ama dünyadayım işte. Dünyanın tam ortasındayım. Herkes beni görüyor, saklanamıyorum sanki. Kaldım öylece. Hem de yalnız kaldım. Sabahın bu saatinde, kahvaltı bile etmeden kalkıp geldim yanınıza. Vefasızlığımın cezası olabilir mi bunlar? Sizi, anlattıklarınızı, içinde bulunduğum imtihanı unuttum diye mi omuzlarımdan tutulur gibi sarsılıyorum?"

Biraz durup etrafa bakındı Azize. Bir esinti geçti yanından. Yapraklar sallandı. İkisi ufak, ikisi büyük dört mezar taşı da sessizdi. Gözlerini doldurdu dostlardan ayrı kalmak. "Bir gün gelecek, cevaplarını kendin bulacaksın demiştiniz hatırlarsanız. O kitapları sana niye verdim sanıyorsun, derken ayrı düşeceğimizi biliyor muydunuz? Dünyanın beni almasından korkardınız. Deli akan, insanı boğan nehirmiş. Elimi kaptırsam beni sürüklermiş. Biliyordunuz hocam. Emanet ettiğiniz kitaplar sapasağlam da benim gözlerim hep yağmurlu. Bir seldeyim, sisin içindeyim. Rotam şaştı. Okuyamadım, anlayamadım.

Kendini hatıralara emanet eden çocukluğumun, en sevdiğim anılarındasınız. Her şey zordu benim için, alışamayacağımdan korkuyordum. Yanınıza geldim ve öğrettiniz. Okumayı, dua etmeyi güzel güzel anlattınız. Yaşı küçük demediniz. Dünyada kırılan her kalbe teselli bulacak Kur'an'ı elime verdiniz. Tesellisiz ve boş yetişse ruhum, nasıl ayakta kalırdım? Çok talebenin duasındasınız. İnşallah yattığınız yerde de rahatsınızdır. Öyleyse... Ben daha fazla dünya kelamı edip bunaltmayayım sizi."

Elindeki Kur'an'ı açıp biraz okudu. Dili sürçtü, takıldı bazen, utandı. İş güç derken aksattıkları çoğalmıştı. Yine de huzur buldu. Ağzı tatlandı. Ağırlıklarını unuttu. Hakikatin yanındaydı. Her yolun sonu ölümdü ama esas olan iyi yaşamaktı. Vazifenin mühim kısmı kanun kitabını sıkıca elinde tutmak ve söylediklerini anlamaktı. "Allah kabul etsin hocam" dedi ufak bir tebessümle. "Rahatsızlık verdiysem kusura bakmayın. Biraz daha oturayım, kalkarım inşallah. Malum, özlem gidermek bunca hasretten sonra kolay olmuyor." Ayağının dibine düşen iki yaprakla oyalandı. Islak zemine süzülen sabah güneşi, bir anne gibi toprağı ısıtmaya çalışıyordu.

AZİZE (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin