FİNAL

196 22 10
                                    

Bir ay sonra
Sergiyi açmıştım sonunda ve beklediğimden de kalabalıktı. Üniversiteden tanıdığım bazı arkadaşlarım gelmişti. Daha başka davetliler de vardı. Şimdiden birkaç tablom satılmıştı bile.

Sergide tanıdığım yüzlere selam verirken, Martin'i bir tablonun önünde, tabloyu incelerken gördüm. Cindy olayından sonra toparlanmıştı. Bir ilişkisi yoktu henüz.

"Selam." dedim yanına iyice yaklaşıp. Elinde bir kadeh içki vardı. Beni görünce gülümseyip elini uzattı.

"Ah Alice. Selam. Seni gördüğüme sevindim." dedi ve kısaca tokalaştık. "Çizimlerin bir harika. Ama ben asıl bu tabloda takılı kaldım." dedi, karşısındaki tabloyu göstererek.

"Bu acemilik zamanlarımda çizdiğim soyut bir çalışma. İç çatışmalarım ve karışıklıklarımı yansıtmıştım. Bilinçli çizmedim aslında. Kendimi çok kötü hissettiğim bir dönemdi. Tuvalin karşısına oturdum ve bu eser çıktı ortaya." dedim. Martin de beni dinlemişti sessizce. "Senin neden ilgini çekti?" diye sordum.

"Kendimi buldum sanırım bu tabloda. Ondan." dedikten sonra içkisinden yudumladı.

"Kötü mü hissediyorsun? Ya da karışık mı demeliyim?"

"Biraz karmaşık. Bazen böyle hissediyorum. O anlarda ne düşündüğümü, ne hissettiğimi bilmiyorum? Bomboş hissediyorum. Ruh gibi." dedi. Dediklerini çok iyi anlıyordum. Çünkü ben de öyle hissediyordum önceden çoğu zaman. Öyle bir zamanda çizmiştim bu tabloyu.

"Son yazdığın roman çok güzeldi." diyerek konuyu değiştirdim. Sıkılıp üzülmesini istemiyordum.

"Ah, teşekkürler." dedi gülümseyerek. Aile şirketiyle ilgilense de, roman da yazıyordu. Kalemi gerçekten güçlüydü.

"Bence macera senin kalemine daha çok yakışmış. Aslında senden romantik-macera okumak da güzel olurdu." dedim ilgiyle.

"Senin için denerim." dedi gülümsemesi büyürken. Bir ara suskunluk oldu aramızda. Çizdiğim tabloya bakıyorduk ikimiz de.

"Haber aldın mı hiç?" diye sorduğunda, kimi kast ettiğini anladığım için anında cevap verdim.

"Hayır. Sen?" diye sordum.

"O günden sonra birkaç kez aradı. İlk başlarda açmadım ama en son açtım. Sesi kötü geliyordu. Hollanda'dan gideceğini söyledi. Son konuşmamız oydu. Geçenlerde, okuldan bir arkadaşla konuştuğumuzda bana başsağlığı diledi." dediğinde, Martin'e baktım şokla. Yoksa Cindy..?

"Yoksa..." dediğimde, diyeceğim şeyi anlamış olmalı ki, başını salladı ağır ağır. Şok olmuştum. Cindy ölmüştü. Artık yoktu. Benim için uzun bir süredir yoktu ama en azından yaşıyordu. "Ne zaman peki?"

"Birkaç ay evvel." dedi ve elindeki içkiyle bana döndü.

"Neden ölmüş söylediler mi?"

"Altın vuruş." dediğinde sertçe yutkundum. Cindy'nin sonunun bu şekilde olacağını düşünmemiştim. Belki düzelir de, hayatını düzene sokar diyordum ama düzene sokmak yerine dibe batmış ve hayatını bitirmişti.

"Bence intihar." deyince Martin, ona baktım.

"İntihar mı?" diye sordum. Aslında üzülmüştüm. Sonuçta yıllar süren bir arkadaşlığımız vardı. Eski bir arkadaşımın bu şekilde ölmesi üzmüştü haliyle.

"Yani uyuşturucu kullanan biri, bu kadar fazla alınca öleceğini bilmiyor olabilir mi sence? Bence Cindy hayatını bilerek sonlandırdı. Önce seni kaybetti. Sonra beni. En son da umudunu. Umudu da kalmayınca, hayatını bitirme kararı aldı diye düşünüyorum. Umutsuz insan yaşayamaz Alice. Cindy de umutsuz kalmıştı." dediğinde ona hak verdim.

"Bu onun seçimiydi. Umarım huzura kavuşmuştur."  dedim.

"Umarım." dediği sırada, Aida geldi yanımıza. Yüzünde her zamanki gülümsemesi vardı.

"Selam Martin." diyerek Martin'le tokalaştılar. Ardından benim yanıma geldi. Elimi beline sarıp, saçlarına öpücük kondurdum.

"Çok güzel bir çift olmuşsunuz. Umarım hep mutlu olursunuz." dedi Martin gülümseyerek.

İyi dilekleri için teşekkür ettik ve bir süre daha sohbet ettik. Daha sonra Martin telefonu çalınca, yanımızdan ayrıldı. Biz de Aida ile yalnız kaldık. Benim o karmaşık zamanımda çizdiğim tablonun önündeydik hâlâ.

"Bir süre uzaktan baktım size. Ne konuştunuz Martin'le? Bir ara gerçekten şok olmuştun. Gelecektim ama şeyle ilgili olabilir diye gelmedim." dedi. Aida'nın bu kadar anlayışlı olması beni çok mutlu ediyordu.

"Evet. Cindy'le ilgili konuştuk..." dediğimde, yutkunduğunu farkettim. Çizdiğim tabloya döndüm. "Ölmüş." diye devam ettim.

"Ne? Ciddi misin?" dedi bariz şaşkın bir ses tonuyla. Başımla onayladım.

"Martin az önce söyledi."

"Ben... Ne diyeceğimi bilmiyorum? Üzüldüm." dediğinde, kolumu omuzuna sardım.

"Ben de. Ama yapacak bir şey yok artık. Hayat bizim için devam ediyor değil mi?" dedim gülümseyerek. O da gülümseyip başıyla onayladı.

Serginin devamında, arkadaşların tebrikleri ve sohbetlerde geçti. Aslında güzel de olmuştu benim için. Tabloların çoğu satılmıştı. Martin de, kendimi buldum dediği, karmaşık zamanımda çizdiğim tabloyu satın almıştı.

Sergi bittikten sonra, galeriyi kapatıp, arabaya bindik Aida'yla.

"Ne yapmak istersin? Eve mi gidelim yoksa bugünü kutlayalım mı?" diye sordu Aida.

"Senin olduğun her yer uyar bana." dedim gülümseyerek. Gülümsemesi büyürken, elini yanağıma koydu.

"Ne yapıyorsun sen bana böyle? Senin yanında kalbim hep hızlı atıyor." dedi fısıltı gibi çıkan sesiyle. Yanağımdaki elini tutup cevap verdim.

"Aynı şekilde hissettiğimize çok sevindim Bayan Hermans." dedim, soyadıyla hitap ederek.

"Ben de Bayan Smeets" dedi ve dudaklarımız birbiriyle buluştu. Gerçek aşk ve mutluluk tam olarak buydu. Mutluluk benim için Aida'ydı.

İstediğim ve hayal ettiğim hayatı yaşıyordum. Bu şekilde devam etmesi için de elimden gelenin en iyisini yapacaktım.

Bitti.

Aslında bu kurguya başlarken, 3-5 bölümlük bir kurgu düşüncesiyle başlamıştım. Başlamadan da, kafamda sonu belliydi. Angst yazacaktım ama hikaye ilerledikçe, Alice'e kıyamadım. O yüzden gidişata ufak bir dokunuş yaparak, Alice'e hakettiği mutluluğu yazdım ve böyle bir kurgu çıktı ortaya. Umarım beğenmişsinizdir.

Bugüne kadar kitabıma destek olduğunuz için teşekkür ederim.

Sizleri seviyorum 💜

Renklerinizi kaybetmeyin 🌈

Renklerinizi kaybetmeyin 🌈

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
ALICE (GxG)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin