Oy verip düşüncelerinizi yorumlarda benimle paylaşmayı unutmayın. Keyifli okumalar.
'ATEŞ'
"Işığa yaklaşan pervane ateşin esiri olacağının farkında değildir."
Beni şu hayatta en çok korkutan şey hep bilinmezlik olmuştu. Karanlık bir sokağın sonunu bilememek gibi, ilk defa deneyeceğim bir yemeğin tadını önceden tahmin edememek gibi, yaramazlık yaptığım gün eve gideceğim an gibi. Hayatım boyunca hep bilinmezden korkmuş, onunla savaşmaya çalışmıştım. Zannetmiştim ki düzenim değişmezse bilinmezlikle karşılaşmam. Karanlığa savaş açarsam sokağın sonu değişir, yeni tatlar aramazsam ağzımın tadı bozulmaz, örnek bir çocuk olursam ailem beni hoş karşılar...
Bilinmezlerin sonunu değiştiremeyeceğimi hatta onlarla tanışmamı erteleyemeyeceğimi öğrendiğimde lisedeydim. Bir savaştan mağlup ayrılmışçasına yorulmuş, koca bir ağaçta tek başına ince bir bağ ile dalına tutunmaya çalışan yaprak gibi narin ve güçsüz kalmıştım. Bir parkın bankına oturup saatlerce ağlamıştım. Bilinmezlikle en yakından henüz yirmilerime bile ulaşmadan tanışmıştım.
Karanlıktan kaçmanın işe yaramadığını, karanlığı bizzat içimde taşıdığımı öğrendiğimde kendimden bile kaçmaya çalışmıştım. Ve işte kendimden kaçamayacağımı da o zaman öğrenmiştim.
Yalnızlığı, çaresiz kalmanın ağırlığını daha o yaşımda şu an olduğu gibi en içimde hissetmiştim.
Omuzlarıma konan ince battaniyeye baktım. Hava soğuk değildi ve bu nedenden dolayı omuzlarımdaki battaniyeye ömrümde gördüğüm en saçma şeymiş gibi bakıyordum. Başımda acemi bir polis memuru ifademi almak için çabalıyor, çoğu soruyu eksik ya da hatalı soruyordu.
Biliyordum, ben de polistim.
"Şokta olduğunu düşündüğünüz bir insana soru soramazsınız." diyerek lafını kestiğimde bana sudan çıkmış balık gibi bir bakış attı. Elindeki not defterini öksürerek üniformasının cebine yerleştirdi. Meslekte yeni olduğu o kadar belliydi ki.
Duyduğum ayak sesleriyle oturduğum yerden hafifçe öne çıktım. Saçları dağılmış ve ellerini üzerine bırakılan ona ait olmadığı belli olan ceketin cebine koyan Akay'ı gördüğümde omuzlarımdaki battaniyeyi üzerimden atarak ayağa kalktım. Yanına aceleci adımlarla yaklaştığımda gözleriyle beni süzüyor iyi olup olmadığımı kafasında tartıyor gibiydi. Bir elimi sol koluna koyup hafifçe sıvazladığımda dalgın bakışları nihayet gözlerimi bulmuştu.
"O çok yakınımızdaydı." diye mırıldandı suçunu kabullenmek istemeyen küçük bir çocuk edasıyla.
"Elbet yakalayacağız. Elbet hata yapacak, onun bir insan olduğunu unutma Akay."
Kendisini suçlaması oldukça yersizdi. Biz süper kahraman değildik nihayetinde. Üstün güçlerimiz yoktu.
Orhan Yıldırım'ın evinin önüne yeniden gelmiştik. Bir ekip bizimle ilgilenirken başka bir ekip çıkmaz sokakta kalarak herhangi bir delil aramakla meşguldü. Doğruyu söylemek gerekirse ben bir sonuç çıkacağını düşünmüyordum. Karşımızdaki kişi tesadüfen yakalanmamıştı. Bilerek gelmişti ve kendini göstermekten hiç çekinmemişti. Elbet bütün olasılıkları değerlendirmiş ve delilleri karartmak için elinden gelen her şeyi yapmıştı.
Bakışlarım Akay'ı sıyırıp birkaç metre arkasında kaldırımda oturan kadını buldu. Deri ceketli adamı takip etmeden önce ifadesini aldığımız kadındı. Akay'ın omzuna hafifçe dokunarak kadına doğru ilerledim. Kadın benim ona yaklaştığımı görünce hafifçe bacaklarını kendine doğru çekti. Bu hareket güvende hissetmediğini gösteriyordu. Aynı anne karnındaki bir bebek gibi duruyor ve kendini saklamak için çabalıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vicdan Mahkumları
ActionBirbiriyle aynı şekilde öldürülmüş dört kurban. Bir seri katil. Ve gizem dolu bir macera. "Her günahkarın mahkumu olacağı bir vicdan vardır."