xi

90 14 20
                                    

Yeni bir günün başlangıcında Seungcheol, yine dedesi ile birlikte o toplantılardan birindeydi. Normalinden farklı olarak Jeonghan da bu toplantıdaydı ve bakışları sürekli olarak beyaz tenli adama kayıp duruyordu. Ona baktıkça dün aralarında geçen şey aklına geliyor ve kendisine kızıp duruyordu. Sadece bu da değil, karşısındaki adamın dediklerine de odaklanamıyordu.

Nefesini dışarı verip bu toplantının bir an önce bitmesini bekledi sadece. Kendisinden ziyade dedesinin daha çok konuşması şu an o kadar işine gelmişti ki. Sıkılmış bir tavırla önündeki kağıtlara döndü ve bir şeyler not almaya devam etti. Jeonghan ile arasını nasıl düzelteceğini bilmiyordu. Her şey daha da boka sarıyordu ve gerçek anlamda tükenmiş gibi hissediyordu.

Diğer yandan Jeonghan dikkatle toplantıyla ilgileniyormuş gibi gözükse bile aklından bambaşka şeyler geçiyordu. Tıpkı Seungcheol gibi kafasında bir ton şey vardı ve bunlara çözüm de bulamıyordu artık. 'O gün onu öptükten sonra her şeyi söylemeliydim' diye düşündü sadece. Pişmandı. Gitmek istememişti ama karşısında öylece durup kahve gözleriyle kendisine bakmasına dayanamamıştı. İki yıldır her şeyiyle takip ettiği adamdan bir müddet sonra hoşlanmasına şaşırmamak gerekirdi. Zamanla ona olan ilgisinin sıradan bir iş olmadığını fark ettiğinde üzülmüştü Jeonghan. Seungcheol'un bir evlilik yaptığını biliyordu. Erkeklerden hoşlanmasına ihtimal dahi vermemişti.

Onu takip etmeye başladığı ilk zamanlar 'sadece bir iş' düşüncesiyle hareket ediyordu. Bay Lee'nin güvenini boşa çıkarmamak ve belki terfi almak tek amacıydı çünkü hiçbir hayat gayesi yoktu. Zaman içinde Seungcheol'a dair ufak ama güzel ayrıntılar dikkatini çekmeye başladı. Kabullenmek istemese bile ona karşı bir şeyler hissettiğini biliyordu Jeonghan. En ufak bir hareketi bile hoşuna gidiyordu. İnsanlarla birlikteyken enerjik oluşu, hiç çekinmeden sohbete dahil oluşu ister istemez gülümsemesine neden oluyordu.

Bir yılın sonunda Joshua ile de arkadaş olduğunda Seungcheol'a karşı olan samimiyetinin bir arkadaşlık dürtüsüyle olmadığını kabul etti Jeonghan. Kimseye söylemedi. Kendi kendine içinde yaşamaya başladı hoşlantısını. Seungcheol'un kahve gözlerine bizzat bakacağı zamanı bekledi sadece. Bu ne zaman olacaktı kendisi de bilmediğinden ister istemez üzülüyordu. Yine de duygularını dizginlemek yerine onlarla yaşamayı seçti Jeonghan. Hiç şansı yoksa bile deneyecekti. Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu sonuçta.

O gün geldiğinde heyecandan bayılacak gibiydi. Seungcheol ile Fransa'da, aşıklar şehri Paris'te olma düşüncesi içini kıpır kıpır ediyordu. Seungcheol'u almak için resepsiyona indiğinde kalbi deli gibi hızlı atıyordu. Sonra onu gördü. Hayallerini süsleyen adam tam karşısında, bir toprak kadar koyu duran gözleri ile kendisine bakıyordu. Jeonghan zamanı durdurma gibi bir şansı olsa durdurur, Tanrı'nın en güzel eserini saatlerce izlerdi.

Ona bu tür gerilimler yaşatarak yaklaşmak gibi bir düşüncesi yoktu başında. Zamanla, sevimli bir şekilde ona yaklaşmak istiyordu ama onu görüp de öpmemek gerçekten bir ölüm gibi gelmişti Jeonghan'a. Onun dudaklarında hayat bulma düşüncesi her görüşünde körüklendiği için onu öpmüştü. Sonrası belliydi. Kaçmak ve hiçbir şey olmamış gibi davranmak. Başka seçeneği yoktu. Reddedileceğinden adı kadar emindi. Yakutu aldıkları gece içinde bastırdığı tüm hisleri gün yüzüne çıkmış ve kendisini sonu gelmeyen bir bilinmezliğe atmıştı. Pişman değildi ama onu sevdiğini söyleyemeden duygusuzca sevişmek zoruna gitmişti.

Sabırsız davranmıştı. Gerçi Seungcheol, kendisine o anlamlı bakışlarını sunmasa bunların hiçbiri olmayacaktı. Öyle güzel bakıyordu ki oturup ağlamamak mümkün değildi. Sanki gözleriyle her şeyi anlatmaya çalışıyormuş gibiydi ve Jeonghan, normal baksa bile böyle düşünmek istedi. Gözler yalan söylemezdi. Gözler kalbin aynasıydı ve o aptal duygulara alet olmazdı. Neyse oydu. Bu yüzden Seungcheol'un kendisinden hoşlanacağına ihtimal verdi. Ümitlenmeyi ve karşılık görmeyi istedi.

estues -jeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin