Hepimizin hayatını yönetmek için oturduğu bir rütbe koltuğu var, taht.
Kendi hayatınızın liderliğini orada yaparsınız. Duygularınızı, insanları, seçimlerinizi orada yaparsınız.
Ama yeri geldiğinde lideri tahtından indirme zamanı gelir, çatar. Bir savaş, bir kurtulma çabası...
Öyle bir an gelir ki, lider her şeyi bırakıp kendi canı için savaşmak zorunda kalır.
Hiçbir şey ne güç, ne hüküm arkasında hiçbir şey olmadan kuru bir can olduğu an gelir, çatar.
Bütün dünya hazırlarken kendi cesedini kaldırmaya son bir savaştır bu.
O zafer gelmediğinde de yok olmaya başlar. Öyle ki, lider olduğunu bile unutur.
Kendi canının peşine düşer. Hayatta kalmaya çalışır. Lider, azmini ne kadar ilerletirse o kadar hayatta kalma ihtimali vardır.
Adımlarını temkinli, yavaş ve sessiz atmak zorundadır canının peşine düşen herkes.
Savaşçı, asker, kral, masum...Tek bir amaç doğrultusunda, aynı yolda ilerlemek zorundadırlar. Bu yolda hepsi eşitler. Hiçbirinin rütbesi daha yüksek diye ayrıcalık tanınmaz.
Aynı acılar çekilecek. Aynı labirentte kaybolunacak. Aynı karanlıktan aydınlığa yönelinecek. Aynı pusulayla evin yolu bulunacak.
🌘
Saatler gece 01.42 'yi göstermekte. Ve şehrin zamanı İclal Kayran için geçmemekteydi. Adliyeden bilgisayarımı almaya gelmiştim. Tekli koltuğun üstünde öylesine oturuyordum.
Bacaklarımı kendime çekmiş, çenemi dizlerime yaslamış oturuyordum. Saatin ve nefesimin sesi salonda yankılanıyordu. Boş gözlerle etrafa bakıyordum.
Telefona gelen bildirimle kafamı kaldırıp masanın üstündeki telefonu elime aldım. Gelen bildirime bu sefer şaşırmadım. Atan kişiyi görünce ifadesizce kaldım. Bilinmeyen numara. Mesajın üstüne tıklayıp ne yazdığına baktım.
"Dikkatli ol, odadan ayrılma."
Ne dediğini anlamaya çalışırmışcasına sorgulayıcı gözlerle telefona bakarken o anda bir cam kırılma sesiyle ayaklandım. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Camı kıran şeye baktığımda etrafına kâğıt sarılmış bir taştı bu.
Sonuna kadar açılan gözlerle taşa ve kırılan cama bakıyordum. Kalbim yerinden fırlayacakmışcasına atıyordu. Taşı kağıdın etrafından çıkarttıktan sonra kağıtta yazanlarla bütün sistemim durdu.
Vakit doldu avukat, senin sıran geldi. Senin hayatının sonu geldik. Otur ve ölümünü seyret.
Kağıtta yazanı okuyunca sesim çıkmadı, nutkum tutuldu. Tek kelime bile edemedim. Bedenimin sendelemesiyle sertçe yere kapaklandım ama canım yanmadı. Nefes alamıyordum. İçten içe ölüyordum sanki.
Güçlükle ayağa kalkıp telefonu elime aldım. Telefon uygulamasına girip babamın numarasını aradım.
Ne ara dolduğu bilinmeyen gözyaşlarım yanaklarıma doğru süzülmeye başladı.
O anda arama cevaplandı."Alo?" dedi babam.
"Baba..." dedim ağlamaklı sesimle.
"İclal noldu kızım?" dedi babam.
"Baba çok kötü bir şey oldu." dedim.
"Noldu kızım, İclal noluyor söylesene." dedi babam endişeyle.
"Baba az önce adliyedeki odanın camına kâğıda sarılmış bir taş atıldı." dedim titreyen sesimle.
"Ne yazıyordu kağıtta, okur musun?" dedi babam.
"Vakit doldu avukat, senin sıran geldi. Senin hayatının sonuna geldik. Otur ve ölümünü izle." dedim hıçkırıklarımın arasında.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAVELYA
ChickLitİçinde hiç sönmemiş bir ateşin küllerini taşıyan adam ve kendi sınırlarına mahkum edilmiş bir kadının feryatlarının döküldüğü sayfalar... 🌘