Büyüklük, ululuk azamet ve kudret. Hepsi tek bir kavramda, tek bir bedende, tek bir ruhta toplanıyordu. İclal Kayran'da.
Bir liderdir o. Daima bir gelişi olduğu gibi gidişini de kestirebilir, anlayabilir, görebilir. O aslandır çünkü. Liderdir.
Kendi çapında olan sorumluluklarının tamamı koca bir ormanı etkiler. Eğer ormanda yanlış bir adım atarsa o makamdan gitmesi kaçınılmaz sondur onun için. Yaşadığı şeyin adı, yaşam azameti.
Ve bu ormandaki diğer canlıların aslanın ne kadar güçlü olduğunu, ne kadar dayanabileceğini ölçmeleri için bir fırsattır.
Tahtı hak eder miydi? Sabırlı mıydı?
Dayanıklı mıydı? Ulu olmayı hak eder miydi?
Ve daha bir çok yanıtlanmamış soru işareti vardır kafalarında.İclal Kayran da babası gibiydi. Bir liderdi. Çetindi. Dayanıklıydı. Güçlüydü.
Ama taht onu da yordu. Onu da yaktı.
Taht, evvelden beridir sönmeyen ve gelen herkesi kor gibi yakan bir felaketti.İclal de yandı. Kül oldu. Acı çekti. Feryat figan etti ama kalmak zorunda olduğunu ve dayanması gerektiğini unutmadı.
Çünkü en nihayetinde "taht" denilen cehennemin onun için bu çile bittiğinde bir cennete döneceğini düşündü.
Kim söylemişti ona bu yalanı? Herşey hemen bitecek miydi öyle?
Taht dışındaki yaşadığı acılar daha da yaktı onu, bu sefer taht cehenneminden daha fazla.Babasının dayanması onu şaşırtıyor, ve git gide babasına imrendiriyordu. Bir gün o koltuğa oturdu.
Ve hayat, o gün İclal Kayran için bitti.
Hayat birçok zaman onun için bitmişti.Tarihler 30.08.1996'yı gösteriyordu. Takvim o gün İclal Kayran'ı yazmıştı. Ama hayatındaki bir ölüm noktasıydı zamanında.
Ölmesi için Allah'a yalvaran bir anne ve yaşaması için dua eden bir baba vardı.
El kadardı. Annesi her ne kadar beş yaşına kadar onu sevdiğini söylese de böyle değildi. Evladının ölümü için Allah'a yalvaran bir anne, en fazla nasıl bir kötülük yapabilirdi ki?
09.05.2001'de bir hayat yeniden kuruldu. Ve İclal Kayran o gün tekrar doğdu. Daha beş yaşındaydı. Annesi okuldan sonra onu lunaparka götürmüştü ödül bahanesiyle. İclal etrafta koşturuyor, oyun oynuyordu küçük çocuklarla.
Annesi yanına geldi o sırada.
"İclal, atlı karıncaya binmek ister misin?" dediğinde küçük kız neşeyle atlı karıncanın olduğu yere doğru koşturmaya başladı. Keşke hiç koşmasaydı, bu kadar neşelenmeseydi...Annesi onu atlı karıncadaki bir atın üstüne oturttu ve İclal mutluluktan kahkahalar atıyordu. Atlı karınca dönerken annesinin olduğu hizaya baktığında.. Onu göremedi.
Hızla atlı karıncadan inip görevlilere annesinin nerede olduğunu ve onu gördüler mi diye sormaya başladı. Etrafta korkmuş gözlerle bakıyordu küçük kız.
"Anne!" diye bağırıyordu korkmuş ve titrek sesiyle. Gözleri dolmuş, çenesi titriyordu. Gözlerindeki yaşları nihayet serbest bıraktı. Hıçkıra hıçkıra ağladı küçük kız.
"Anne! Nerdesin? Neden burada değilsin?" diye bağırıyordu etrafta.
O sırada yanına bir kadın geldi. Otuzlu yaşlarında, platin sarısı saçları ve tıpkı küçük kız da da olduğu gibi masmavi gözleri vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAVELYA
Literatura Kobiecaİçinde hiç sönmemiş bir ateşin küllerini taşıyan adam ve kendi sınırlarına mahkum edilmiş bir kadının feryatlarının döküldüğü sayfalar... 🌘