Changbin'den
Geziyorduk. Bize etrafı gösteriyorlardı ve biz her gördüğümüzle daha da şaşkın bir hâle bürünüyorduk çünkü burası bizim gezegenimize uzaktan yakından benzemiyordu.
Kabul etmem gerekirse kıyafetleri ve bina tasarımları muazzamdı. Ancak teknoloji namına hiçbir şey yoktu. Telefon bile kullanmıyorlardı -ki bu bizim için en eski icatlardan biriydi.
"Nasıl iletişim kuruyorsunuz?" diye sordum önden yürüyen Seungmin'e.
Omuz silkti ve "Yanına gidiyoruz. Çok basit ve mantıklı değil mi?" demesiyle dudak büzdüm.
"Peki gittiğiniz yerde değilse?" diye sordu Jisung.
"Kâğıt ve kalem diye bir şey var. Not bırakıyoruz kapılarına." dedi Hyunjin bize aptal muamelesi yaparken.
"Teknolojiden haberiniz mi yok yoksa sadece buraya sokmak mı istemiyorsunuz?" dedi Felix.
"İstemedik. Halkımız mutlu. Teknoloji onları sadece tembelliğe ve huzursuzluğa itecekti." diye açıklama yaptı Minho.
Aslında bir bakıma doğruydu. Bizim halkımız tembelleşmişti. Kimse mutlu gözükmüyor ve buna çabalamaya değecek bir şey de bulamıyordu.
"Ama sonuçta aracınızla ışınlanabiliyorsunuz ve bunu biz bile yapamadık, bize öğretmelisiniz." dedi Chan.
"Belki de öğretmemiz fena olmaz." dedi Seungmin Chan'a cevaben.
"Her neyse." dedi Jeongin konuyu kapatarak. "Evimize gidelim. Hava kararıyor."
.
Eve geldiğimiz gibi hepimiz boş bulduğumuz yere yığılıp kalmıştık. Seungmin ve Chan mutfağa geçip yemek hazırlamaya karar vermişken biz havadan sudan konuşuyorduk. Hayır ama gerçekten havadan ve sudan konuşuyorduk.
"Buranın havası bizim oradaki gibi değil." diye mırıldandım öylesine.
"Cidden." dedi Jisung yeni farkına varmış gibi. "Böyle temiz gibi."
"Yapay ormanlar yaparsanız havanız da bok gibi olur tabii." demişti Minho.
Onlar tartışmaya devam ederken koltukta uyuklayan Jeongin'e kaydı bakışlarım. Saçları gözlerine geliyor, ağzı aralık yavaş yavaş nefes alıyordu. Sanırım kırmızı krizantem Jeongin'in kendisiydi. Tehlikeli güzelliği beni büyüsü altına alıyordu lakin benim aşkım birine değil de çiçeğe karşıydı.
Ama işte bir sorun vardı. Jeongin ilk tanıştığımız güne nazaran beni tanımıyormuş gibi davranıyordu. İşin aslı evet, birbirimizi tanımıyorduk ama ben onun pişman olduğunu düşünüyorum. Ben mi çok abartıyordum bilmiyordum.
O gece yaşanmamalıydı. Peşinden gitmemeliydim. Sürekli bunları düşünüyordum.
Gece ona ilacı götürmemin ardından biraz bana yakınıp sinirlenmiş ve uyumuştu. Ondan sonra da bunun hakkında konuşmamıştık. Belki de hâlâ hamile kalabileceği ihtimali onu korkutuyordu, bilemiyordum.
Saçmalıktı ama ondan hoşlanmıştım. Sadece iki gün gördüğüm iyi tavrı ondan etkilenmem için sebep olmamalıydı.
Chan'ın içeri gelip yemek hazır demesiyle hepimiz ayaklanıp mutfağa geçerken düşüncelerimin susması için derin bir nefes verdim onları da atabilecekmişim gibi.
Yemek yerken sessizdik. Hepimiz gerçekten yorulmuştuk gezintiden. Yemeğin bitmesiyle yavaş yavaş herkes odalarına dağıldığında ben, yerini Seungmin'den öğrendiğim balkona çıkmıştım.
Cırcır böceklerinin sesi etraftaki tek sesken ışıklandırmanın az olması sebebiyle güzel gözüken gökyüzüne bakmaya başladım. Sonrasında burada rahat edemeyeceğime karar vererek dışarı çıkmak için kapıya yöneldim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hasretim sana [JeongBin (mpreg)]
Fantasia"Benim kalbim bir hayalet şehir." derken bir an duraksadı bunu dediğine inanamıyormuş gibi. "Ve sen de hayaletsin." derken gözlerimin içine bakmasıyla kalakalmıştım. iyi okumalar,