Changbin'den
Filmlerdeki gibi son anda birileri gelir sanmıştım fakat kimse gelmemişti.
"Kimse gelmeyecek, artık gidelim..." diye sessizce konuşan Seungmin'le iç çektim. Kabullenmiş bir şekilde başını sallayan Chan'la sabah hazırladığımız çantalarımızı almış ve araca binmiştik.
İçim burkulmuştu. Yaşadığımız yerden hiçbir şey olmamış gibi ayrılıyorduk. Bir yandan da mutluydum çünkü Jeongin'in yanında olabilecektim.
Diğerleri zaten mutluydular benim gibi sevdiğinin yanında olacağı için. Onlar için seviniyordum çünkü belli ki karşılıklı sevgi söz konusuydu ama ben, bizim Jeongin'le aramızdaki şeye ne demem gerektiğini bilmiyordum.
Bizim için uzun geçen ama gezegen için birkaç saniye olan yolculuk bitmiş ve inmiştik. Biz zemine ayak basar basmaz rüzgâr şiddetini arttırmaya başlarken hızlıca eve girmiştik.
Jeongin üstündeki ceketi çıkarırken bir adam yanına gelip ona bir şeyler söylerken ciddiyetle ona cevap vermişti. Sonra adama beklemesini işaret edip kâğıda bir şeyler not ederek adama uzatmıştı. Tüm bunlar yaşanırken yerimden kıpırdayamadım, öylece izledim. Kalbimi sıkıştıran bu histen hoşlanmıyordum.
Omzuma elini koyan Jisung'la ona döndüğümde bana "Her şey yolunda mı?" diye sordu. Cevabım belliydi ama ağzımdan çıkmamıştı.
"Yolunda." deyip gülümsedim sadece. Jisung da bana ayak uydurup gülümserken "Her ne kadar zor olsa da üzülmemeyi dene." demişti sessizce. Beni anladığını bilerek gülümsedim yine.
Jisung yanımdan geçip Minho'nun yanına gitmiş ve ellerinden biriyle Minho'nun saçını dağıtırken gülmeye başlamıştı. Dediğim gibi, arkadaşlarım adına seviniyordum ama imrenmeden de edemiyordum.
"Herkes sığınaklara!" diyen cızırtılı ses rüzgârı bastırırken bu sesin Jeongin'in konuştuğu adamdan geldiğini fark etmiştim. Elindeki kâğıda bakarak bir şeyler daha söylerken Jeongin'le sadece bu yüzden konuştuğunu anlamıştım ve içim rahatlamıştı.
Öylece dikildiğim yerden köşede olan bir yere geçtim. Elime yanağımı yaslamış ve gözlerimi yummuştum. Ne sebep olduğumuz kargaşaya ne de geride bıraktığım gezegenimizi düşünemiyordum çünkü düşüncelerimi düzenleyemiyordum.
Kendimi nasıl anlatabilirim bilmiyorum, çok fazla şey düşünüyorum. Düzensiz düşüncelerim var. Kafamda sanki bir sürü kişi sıkışmış gibi bir uğultu var ve ben ne düşünsem başka bir şey düşünmeme neden oluyorlar. Kafamın içinde bağırman gerekiyor, kendini anlatabilmen için bağırman gerekiyor.
Kafamın içindeki düşüncelerin fişini çekmem gerektiğinin farkındaydım ama yapamıyordum, belki de yapmıyordum.
Gözlerimi duyduğum sesle açmıştım.
"Ne yapıyorsun?" diyen kişi Jeongin'di.
"Hiç," dedim. "Uykum var."
Uykum falan yoktu. Yorgunluğumu uyuyarak geçirmeyi umuyordum sadece ama doğru düzgün uyuyamıyordum da.
"Misafir odaları hazır değil ama uyumak istiyorsan benim yatağımda yatabilirsin."
Yanaklarımın heyecandan yanıp kızarmaya başladığını hissedince hızlıca "Gerek yok, ben burada duruyorum zaten." demiştim.
Jeongin dediklerimle dudaklarını büzdü. Sonra dudaklarını eski hâline getirerek "O zaman odayı hazırlamaya başlamalarını söyleyeyim, yatağımda yatmak istemiyorsun herhalde." demişti.
"Hayır," dedim. "Ben sen rahatsız olursun diye şey ettim."
"Neyse ne." dedi kısaca gülümseyerek. Sonra beni kendi başıma bırakıp bulunduğumuz odadan çıkmıştı. Bozulmuş gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hasretim sana [JeongBin (mpreg)]
Fantasia"Benim kalbim bir hayalet şehir." derken bir an duraksadı bunu dediğine inanamıyormuş gibi. "Ve sen de hayaletsin." derken gözlerimin içine bakmasıyla kalakalmıştım. iyi okumalar,