four, some sweet things

1.2K 169 202
                                    


Çoktan yere iniş yapmış uçağın yolcu inişi için yerleşmesini bekliyordu insanlar. Yavaş yavaş ayaklanmış toparlanmaya çalışıyorlardı. Yaklaşık 10 saatlik bir uçuşun ardından uyuşmuş uzuvları yüzünden ağır ağır doğruldu mavi saçlı. Sadece oturmasına rağmen oldukça yorgun hissediyordu. Tek tesellisi uzun bir ayrılığın ardından, her baktığında kalbini eriten bal rengi gözlerle kahvelerini buluşturacak olmaktı.

Kalktığı yerden eşyalarını toplayıp çıkışa ilerleyen insanların arkasına adımladı. Bileti alan kızıldı ve o küçüğünün rahat etmesi için elinden geleni yapmıştı. First Class yada diğer adıyla VİP bir uçuşla geldi. Ne de olsa kızıl standartları yüksek bir adamdı ve sincap görünümlü tatlı ufaklığının da öyle olmasını istiyordu. Mavi saçlı defalarca itiraz edip normal bir yolculuk tercih ettiğini belirtse de büyüğüne söz geçiremiyordu bazen.

Sonunda çıkışa ulaştığında hava neredeyse kararmış, şehir ışıldamaya başlamıştı. Avustralya'nın en görkemli şehirlerinden Sydney tüm ihtişamıyla karşıladı mavi saçlıyı. Şehir hakkında bildiği tek şey kızılın ve siyah saçlı hyungunun asıl memleketinin burası olmasıydı. Şehri ünlü yapan yapıtlardan biri Opera House'du. Chan hyungu, Seungmin'i kaçırıp Avustralya'ya getirdiğinde çekindikleri fotoğraflar arasında görmüştü bu yeri.

Sydney'i ve bu yeri büyülü yapan bir diğer nokta da Avusturalyalı gençler arasında uzun süredir popüler olan 'Kiss bond' geleneğiydi. E tabii bir süre sonra turistler arasında da ünlenmişti. İnanılana göre güneş tam batmadan önce bağ kurmak istediğiniz kişiyle bir öpüşme başlatıp, güneş tamamiyle yok oluncaya kadar tüm sevginizle, hissederek bu öpüşmeye devam ederseniz, kader bağlarınız oluşur her ne olursa olsun bir olurdunuz. Ve yine bu olayı çifte kumrulardan öğrenmiş, kandıkları bu aptalca şeye kusmamak için devamını dinleyemeden yanlarından ayrılmıştı. Sırf bir süre birbirlerini yemek için miydi bu saçmalık? Zaten isteselerde bunu normal şekilde yapabilirlerdi, ki yapıyorlardı da. Ama sırf gösteriş için açık alanda birbirlerini emcüklemelerine gerek yoktu. Ciddi mana da anlamsızdı.

Teslim aldığı bavuluyla çıkışa doğru adımlamaya başladı mavi saçlı. Şuan resmen Avustralya daydı ve oldukça heyecan barındırıyordu. Toparlanmakla oyalandığı için geç geldi biraz. Etrafta yakınları ile selamlaşan bir sürü insan vardı ve bu kalabalıkta kızılı nasıl bulacağını merak ediyordu. Gerçi her halükarda tanırdı onu.

Hiç bilmediği bir ortam da olmak onu biraz gerse de çevresine bakınıp tanıdık bal rengi irisleri yada kızıl, dalgalı saçları arıyordu. Bir süre bakındıktan sonra omzuna atılan bir el ile irkilerek arkasını döndü. Gördüğü gülümseyen bedenle şüpheye düşerken kim olduğunu bilmediği sarışın ve mavi gözlü tıpkı oyuncak bir bebeğe benzeyen çocuk beklediği kişi değildi. Yanlışlık olabileceğini düşünürken dolgun dudakları arasından çıkan ismi şüphelerini de haklı çıkarmıştı.

"Han Jisung.. Sizsiniz değil mi?"

Gelen soru sandığının aksine kendi dilindeydi. Oysaki karşısında ki bedenden yabancı bir konuşma bekliyordu. Gerçi karşında ki çocuğa yabancı demek için kör olunmalıydı. Bildiğin ben Kore'liyim, aha bak gözlerim çekik, bak tenim beyaz, bak bak pürüzsüz cildim diyordu herşeyi. Çabukça toparlanıp hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi sarışına. "Evet, evet benim. Sizde-" Adını bilmediği çocuğa karşı cümlesi yarım kalmıştı. Sarşın ise elini uzatıp durumu kurtarmasında yardımcı oldu.

"Jimin, Park Jimin."

Ne güzel bir isim diye geçirdi içinden. Kendi gibi güzelde bir ismi vardı. Fakat bu hayranlık uzun sürmedi.

critic, minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin