🎵Sof - Criminal
Marliyn Manson - The Beatiful Person
Albadeep* - Bir polar ve bipolar1.BÖLÜM
A
Çok küçük bir çocukken inandırıldığım masal aynıydı. Her zaman bir prenses olarak büyümenin, daha sonralarında ise bir kadın olmanın yükünü taşıdığım o ivedi yaşam pınarı. Büyüdüğünüz de ne olacağınız ile ilgili binlerce yönetilen soru, aslında herkes mutlaka ya realist ya da çocuk dünyasında bir yere konumladığı güzel cevaplar vermiştir bu soruya. Elbette benim de bir cevabım vardı.
anne.
Oyuncak bebeklerimin annesi olmak yeterli gelmemiş olacak ki annem gibi olmayan bir anneliği benimsemiştim kendi içimde. Bana mesleki bir disiplin gibi gelmişti o zamanlar anne olmak. Çok uzak bir hayal gibi de gelmiyordu. Bir kedi sahiplensem veyahut başka bir bebeği sevsem aidiyet duygum kabarıyor anne olma isteğim artıyordu. Annem bunu ergenlikten hemen önce merhametimden kaynaklı istediğimi sorumluluk kavramı ile tanıştığım da bundan uzaklaşacağımı uzun uzun anlatmıştı. Annemle ilk verimli diyaloğumuzdu. Diyalog sayımızın azlığından olsa gerek, bu diyalog hala dün gibi aklımdadır. Her zaman ok gibi gözüken kaşlarını çatmış ellerini kucağına koyup bir mahcupluk hali almıştı yüzünü.
Anne olma hayalimi bedenimden üstün görmüştü. Bunun bekar olamayacağını topluma deşifre olacağımdan uzun uzun bahsetti. Topluma deşifre olmak terimini o zamanlar anlamadım. Toplum benim, bizim düşmanımız mıydı? Ona karşı bir günah işler gibi deşifre olmaktan korkacaktım. Toplumun kalın zincirleri büyüdükçe bileklerime dolanmaya başladı. Kendimi bildim bileli ısrarla sürdürdüğüm annelik maceramın bekaret gibi bir engel de olduğunu öğrendim.
Sonra onunla tanıştım.
yeşim.
O bu masalları hiç dinlemeden büyümüştü. Kıvırcık ve dalgalı saçları vardı. Onda kuşkusuz ki en çok göze çarpan detay gözleriydi. İri kopkoyu siyah gözleri vardı. Her zaman burnunun ucuna kadar indirdiği -böyle daha verimli gördüğünü iddia ediyordu.- bir gözlüğü vardı. Elleri garsonluk ve bulaşıkçılık yapmaktan sürekli çatlardı. Üniversite de onu tanıdığımda yalnızca montundaki motifi beğendiğim için yanına gitmiştim. Verdiği cevap sigarasının dumanı kadar yoğun ve keskindi o dönem. Yırtıktı o yüzden diktim demişti. Ona prenses gibi olması gerektiği her zaman bıçak ve çatal yemek bittiğinde çapraz koyulur, bir hanımefendinin topukluları her daim temiz oluru öğretmemişlerdi. Çoğu zaman kirden sararmış spor ayakkabılarının bağcıklarını dahi bağlamazdı.
İki ayrı evren varmışta biz içine düşmüşüz ve orada büyümüş gibiydik. Yeryüzünde yeni bir şey olmadığının şanslıysak hepsinin yaşandığı ve yazıldığının altını çizer, gazete okur, çengel bulmaca çözerdi. Zeki de bir kadındı. Benim ailemin tonlarca para dökerek beni soktukları okulu o kendiliğinden bursla kazanmıştı. Dizleri çıkmış bir kot pantolonu vardı. Onunla eve çıkmaya karar verdiğimiz de çok yakın arkadaştık.
O bana Berlin duvarının arkasını, insan tartısını, kayıp atlasımı gösterdi. Başka bir yaşam var dedi. O yaşamda insanlar çatal ve kaşığın nerede olduğunu umursamıyorlardı. Toplumun zincirleri hayatları kaymaması adına tekerleklerine takılmıştı. Yeşim bana herkesin günahkar olduğunu gösterdi. Sonra bir gün hamile kaldı. Bir kızı olacaktı. Hamileliği boyunca çalıştı. Kızını sancılandığı bir gün evinde tek başına doğurdu. İsmini de Ala koydu. Doğum da öldü Yeşim. Bebeğine ne isim koymak istediğini öleceğini bilir gibi bir kağıda not düşmüştü. O günden sonra çocuk Şafağın bir bebeği oldu. Alphan ailesinin içindeki prenses masalının kitabını yırtan, düzenini bozan bir hikayeydi bu. Onlara göre bir şeytandı bu bebek. Benim insanlara açıklayamayacağım bir ur idi. Sonralar da alıştılar Ala'ya. Benim hayatımdaki en değerli şey oluverdi birden. Işığım oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ruhi devrim yasası
General Fiction"Sen bir Alphan mısın?" dedi. Sesinde yargılar bir tını vardı. "Bu bir sorunmuş gibi söyledin." dedim bunları es geçerek. Farklı gözüken ilk baktığımda mavi denebilecek gözleri beni buldu. "Bir sorun değil mi sence?" dedi. "Burada olmamız." "O aile...