Tw!! İntihar.
Bu sabah kendimi öldürmeye karar verdim.
Tıpkı geçip giden her sabah gibi.
Yine yatakta uzanan kanlar içindeki bedenimi hayal ettim. Ya da dalgaların solup gitmiş bedenimi suyun üzerinde tutma çabasını.
Hoş, acıdan da nefret ederim halbuki. Kanlar içindeki bileklerimi, ya da akciğerlerime dolan tuzlu suyla bile acı çekiyorum. Ve kendimi öldürme düşüncesinden nefret ediyorum. Ama buna engel olamıyorum.
Acı kavramı benim için başlı başına korkutucu bir şey. Acı çekmek, benim fobim. Acıya katlanamıyorum. Acıdan nefret ediyorum. Ağrı, sızı, acı. Hiçbirine tahammülüm yok. Karşımda acı çeken birini görsem hiçbir şey hissetmem. Ama kendimin acı çektiğinin bahsi bile, beni krize sokuyor.
Bencilim.
Acı çekmek istemiyorum, ama acı çektirmek en büyük tutkum.
Fiziksel, ruhsal ya da zihinsel.
İnsanların acısı beni besleyen şey.
Yırtıcı bir hayvandan farkım yok.
Birçok defa kendimi öldürmeye çalıştım. Bunların hepsi acıdan yoksun yöntemlerdi.
Ama şimdi.
Acı çekmek istiyorum.
Tanrı beni bencillikle sınadı. Benim sınavım, bencilliğim. Benmerkezci olmam. Sınavı geçmek için, bundan kurtulmam lazım.
Yatağın üzerinde, önümde duran falçataya baktım.
Daha önce deneme amaçlı açtığım kesikler olmuştu. Hiçbiri kanatacak kadar derin değildi, yüzeyseldi. Ama yine de canım çok acımıştı.
Daha derin kesikler gerekiyor. Kanatacak cinsten.
Bileğimdeki bandajları teker teker çıkarttım. Sağ elimi kahverengi saçlarıma geçirdim. Ofladım.
Korkuyordum.
Deli gibi korkuyordum.
Falçatayı elime alırken, titrediğimi bile farketmemiştim. Gri sweatshirtimin kollarını dirseklerime kadar sıvadım.
" Bir saniye, şimdi mi?"
Kendi kendime deli gibi konuşuyordum. Ajansın yurdunun duvarları, fazla inceydi. Öbür dairede uçan sineğin sesini burdan duyabilirdiniz.
Yataktan alelacele kalkıp çekmeceleri karıştırmaya başladım. Yırtık pırtık bir bez bulduğumda çekmeceleri olduğu gibi bırakıp mutfağa yöneldim. Buzdolabından bir bira şişesi aldım. Adımlarımı tekrar yatak odasına yönelttim.
Yatağa hantalca oturdum ve dişimle biranın kapağını açtım. Dişlerimin arasındaki kapağı yere attım. Şişeyi kafama dikerken gözlerimi kapattım ve birkaç damlanın dudaklarımın arasından boynuma doğru firar etmesine izin verdim. Şişe küçük olduğundan çoktan yarısına geldiğimde bıraktım.
Nefes nefese kalıp bir öksürük krizi kendini gösterirken, bez parçasını ağzıma doladım. Şimdi istediğim kadar acıdan kıvranabilirdim.
Falçatanın sivri ucunu bileğime bastırdım önce hafifçe. Ardından kırmızı bir ışıltı görene kadar bastırdım. Yüzümü ekşitmiş, bez parçasını dişlerimin arasında sıkıyordum. Falçatayı biraz daha bastıracağım sırada daha fazla dayanamayıp bıçağı çektim.
Gözlerim dolmuştu. Midem bulanıyordu. O kadar içmeme rağmen hâlâ acı hissediyordum. Alkolle acıyı bastıracağımı düşünürken bile bencillik etmiş, amacımdan uzaklaşmıştım.
Gözlerimi sıkıca kapattım. Birkaç damla göz yaşının yanağımdan doğru akıp gittiğini hissettim.
Niye yapamıyordum?
Niye kendimi öldüremiyordum?
Bu sabah kendimi öldürmeye karar vermiştim.
Tıpkı diğer geçip giden sabahlarda da olduğu gibi.
Diğer sabahlar buna bu kadar hazırken, korkacak bu günü mü bulmuştum?
Bana neden ölümü bu kadar arzuladığımı sorduklarında herkesin benden mantıklı bir cevap beklediğini görmüştüm daha on üç yaşındayken. Herkes mantıklı bir sebep arıyordu. Onlara eğer mantıklı bir sebep verirsem, kendimi öldürmek istemem de mi mantıklı gelecekti?
Vücudumu bandajlarla kaplamadığım zamanları hatırlamıyorum. Hatırlayamıyorum. Yirmi iki yaşındayım. Çocukluğum, yaşıma o kadar uzak bir şey olmasa gerek. Ama hatırladığım en eski anıda, rutubet bir tuvalette yere çökmüş bileğime bandajlar sarıyorum. Kaç yaşındayım hatırlamıyorum ama fazla küçük olmadığımı da biliyorum. On iki, taş çatlasa on bir yaşındayımdır.
Sanki orada yaşamaya başlamışım gibi. Sanki o an doğmuşum. Hiçlikten doğmuşum. Tüm bebekliğim, çocukluğum o anıda gibi.
Bedenim sabırsızlıkla kıpırdanıyor. Bedenim acı istiyor. Bedenim sınavı geçmek istiyor.
Zihnim? O da istiyor. Diğer insanların aksine benim zihnim bedenimin kölesi. Onun istekleriyle hareket ediyor.
Yanaklarım göz yaşlarıyla sırılsıklam oluyor. Sarhoşum artık, eminim buna. Bira içmeyi akıl ettiğim için kendimi tebrik ediyorum. Belki son defa bu sefer.
Artık daha fazla dayanamıyorum. Falçatayı elime aldığım gibi bileğime saplıyorum. Çığlık atmamak için olduğum yerde kıvranıyorum. Bileğimi tutuyorum ve göğsüme doğru çekiyorum. Canım çok acıyor. Haykırışlarım, kendi ağzımda kayboluyor.
Diğer bileğime de aynısını yapmak istiyorum. Ama bunun için ilk kestiğim elimi kullanmam gerekiyor. Bunu farkedince ağlamam da şiddetleniyor.
Elimi zar zor oynatıyorum, diğer bileğime de aynısını yapıyorum. Çok canım acıyor. "Ben mi abartıyorum acaba?" diye düşünmeden edemiyorum. Dedim ya? Acıya katlanamıyorum.
Göz yaşlarım ve bileğimden süzülen kanlarla yatakta öylece uzanıyorum. Acıdan mıdır bilinmez, hiçbir şey hissedemiyorum. Kalan son gücümle zor bela ağzımdaki bez parçasını çekip atıyorum. Zaten gevşek olan düğümden ötürü çözülmesi de kolay oluyor.
En sonunda hissettiğim tek şey sızı oluyor. Zihnimin bulanıklaştığını ve göz kapaklarımın ağırlaştığını hissediyorum.
O ana kadar.
O ana kadar gerçekten ölmeyeceğimi düşünmüştüm.
Size yemin ederim, kapının eşiğinde onu görebiliyorum.
Yine aynı gülümsemesi var yüzünde. Gözleri dolu dolu. Dokunsam ağlayacak sanki.
Odasaku?
Adını söylemeye cesaret edemiyorum.
Ama o ediyor.
" Dazai. Acıyor mu?"
Gülümsedim.
" Çok acıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dying wish✮, bsd
Hayran Kurgu• bungou stray dogs oneshotları •TW!! tetikleyici ve rahatsız edici unsurlar içerebilir