Wonwoo dükkana girdiğinde Mingyu oturduğu yerde dört dönüyordu, elleri masanın üzerindeki bardağının etrafına sarılı ritim tutuyordu. "Biraz daha gelmezse öleceğim artık." Pipeti dudaklarının arasına yerleştirmeden önce konuştu. Telefonu titrediğinde arkasına dönüp elini salladı.
"Wonwoo, buradayım." Elini havaya kaldırıp salladı, uzun oğlan sese doğru döndüğünde Mingyu birkaç adım geri gitti, nefesi kesilmişti sanki. Yanına doğru yürümeye başladığında kalp atışları giderek hızlanmaya ve kulaklarını tıkamaya başladı.
Tam önünde durdu. Elini uzattı. "Merhaba, ben Jeon Wonwoo." Biliyorum, dedi Mingyu. Hakkındaki her şeyi biliyorum. "Memnun oldum, otursana." Wonwoo çantasını çıkarıp yanındaki boş sandalyeye koydu. Garsona sipariş verip beklemeye başladılar, Mingyu bilgisayarını çıkarıp açarken diğeri de orta boy kapaklı defterini ve tükenmez kalemini çıkardı. "Yalnız olacağımı düşünmüştüm..." dedi defterini açarken, garson o sırada siparişleri olan iki brownie ve sıcak filtre kahveleri getirmişti. "Geçen sefer yalnız yapmıştım, kimse de yanaşmamıştı zaten." Grupların üçer kişiden oluşması gerekiyordu ve Mingyu'nun grubuna son anda Chan dahil olmuştu -ki o sırada Wonwoo'ya sormaya gidiyordu.
"Bu sefer sona bende kaldım, profesör ikişerli oluşturacağını söyledikten sonra ikimizi eşledi." Mingyu kahve fincanına uzanırken konuştu, fincanı dudaklarına götürürken duyduğu şeyle duraksadı. "Seninle olmak, diğerleriyle olmaktan iyidir. En azından seni tanıyorum, az da olsa." Bu benim için büyük bir lütuf!
"Neyse, ne yapmamız gerekiyor.. umarım o saçma maketlerden istemiyordur..." Tabletini diğerine uzatıp masaya yaslandı. "Çok basit bir sunum ödevi. Sadece fotoğraf çekip üzerine hikaye yazmamızı istedi. Kamera eski ya da yeni fark etmezmiş." Wonwoo anlamayan gözlerle ona bakarken Mingyu karnının kasıldığını hissetti. "Gerçekten bu mu, bu kadar basit bir şey mi?" Esmer olan ellerini omuzlarıyla birlikte yukarı kaldırdı. "Kolaymış, kameran var mı?" "Dün kırıldı.. daha doğrusu kırdım. Yani kardeşim kırdı." Gözlüklü oğlan başını sallayıp brownieden koca bir çatal aldı. "Sorun değil, bende birkaç tane var istediğini seçebilirsin."
"Gerçekten mi? Teşekkür ederim." Pipeti dudaklarına götürürken başını salladı. Mingyu ve titreyen dizleri her an pot kırmaya hazırdı, ellerini dizlerine koyup etrafına bakınmaya başladı. Onunla konuşmak istiyordu, yavaş yavaş sakin sakin konuşmak daha iyi olacak diye düşündü. Wonwoo pek girişken değildi ve sessizdi. "Hiç arkadaşın var mı?" Beklemediği bir anda ona gelen soruyla gözlerini kırpıştırıp yutkundu, arkasına yaslanıp derin nefes aldı. "Hansol, Jisoo, Jihoon ve Jeonghan. Belki tanırsın."
Diğerinin yüzündeki sırıtışı ilk kez görüyordu ve biraz korkmuştu Mingyu. "Yakından olmasa da biraz tanıyorum." Brownieden bir parça alıp çatalı ağzına götürmeden önce konuştu. "Seungkwan, Seokmin, Soonyoung ve Seungcheol de benim arkadaşlarım muhakkak biliyorsundur. Seokmin basketbol oynuyor." Bunlar bizimkilerin arkadaşı değil mi? Tanıdık geldi...
"Evet hepsini biliyorum, birkaç kez denk gelmiştik hepsi iyi insanlara benziyor." Wonwoo gözlüğünü geriye iterken dirseklerini masaya yaslayıp heyecanla konuşmaya başladı. "Onlarla aralıksız 24 saat geçir, bu düşüncenden çabuk vazgeçersin..." Mingyu'dan anlatmak için izin istiyordu, gözleri en azından böyle diyordu, Mingyu başını salladığı anda Wonwoo konuşmaya başladı. Hiç durmadan konuştu, hiç yorulmadan devam etti.
Gelen telefon yüzünden erkenden gitmesi gerektiğinde ayaklanıp elini esmer olana uzattı. "Telefonun.. numaramı vereceğim."
"Zaten var.. beni aramıştın ya." Gözleri birkaç saniye boşlukta dolandı, elini alnına vurup güldü. "Üzgünüm, unuttum. Kahve ve tatlı için teşekkür ederim, bunları sana geri ödeceyeceğim. Ödev için müsait olduğumuzda yeniden konuşalım." Kısa vedalaşmanın ardından dükkandan hızla çıkıp Mingyu'yu arkasında bıraktı.
Mingyu telefonuna sarılıp sohbet grubuna girdi, ses kaydını açtı. "Kalkın mahvoldum!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
canım... canım bakar mısın/ meanie
FanfictionMingyu verilen proje ödevine hoşlandığı Jeon Wonwoo ile eşleşmişti