-4-Mutluluğun Resmi

696 42 8
                                    

Ertesi gün çok erken uyanmıştım. Saat daha beşe geliyordu. Uyku tutmamıştı. Babamın böyle bir şey yapabileceği aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Anlayamıyordum. Annemle kusursuz bir ilişkileri vardı çok iyi anlaşırlardı. Annemi sevdiğinden emindim hala da öyleyim. Kesinlikle bu işte başka bir şey olmalıydı.

Bir saat filan daha yatakta düşünüp durunca böyle yaparak bir boku değiştiremeyeceğimi anladıktan sonra duşa girmeye karar verdim. Bunların üstüne soğuk bir duş çok iyi gelirdi.

Duştan çıkınca saat 7:05 idi. Hemen okul formamı giyip , saçımı yukardan hafif bir şekilde bağlayıp, makyaj yapmadan odadan çıkmıştım. Okula giderken makyaj yapmazdım onun dışında sadece eyeliner ve rimel yeterli olurdu. Fardan her zaman nefret etmişimdir. O ne öyle ? Saçımı da maşa yapıp üstüne de parlak simlerden döksem tam olurdu sanırım. Gerçi okula öyle gelen kızlar yok mu dersiniz ? Ben demem. Bir ton var çünkü, amele sümükleri.

Odadan çıkınca direk mutfağa gittim kahvaltı yapacak iştahım yoktu elime bir tane elma alıp, dışarıya çıktım. Annem zaten erken çıktığımı tahmin ederdi. Bugün okula yürüyerek gidecektim genellikle böyle yapardım. Canım sıkkın olduğu zamanlar yürümek çok iyi gelirdi. Zaten zamanımda oldukça fazlaydı. Çağay ve Güneşe mesaj çaktıktan sonra kulaklığımı taktım ve arkadan çalan David Guetta'nın Shot Me Down şarkısıyla havalı havalı yürümeye başladım. On beş dakika filan yürüdükten sonra okulun bahçesine girdim.

Gene mi amcalar? Şu okulun binasını görünce bile midem kalkıyor 'dımtıs dımtıs cukka cukka' ritimleriyle bir sağa bir sola dönüyordu. Oturtmayı başardıktan sonra ilerlemeye devam ettim. Ve daha fazla insan yüzü görmemek için direk sınıfa uçtum. Benim güzel sevgilim arkada masum masum duruyordu gittim ve 'günaydın aşkım deyip' kucağına oturdum. Bakmayın lan öyle tabiki de sıramdan bahsediyorum. Çantamı çıkarıp ders programına bakınca ve ilk dersin Elvan hocaya olduğunu görünce daha fazla devam edemedim . Tam bu sırada bana ayrılan sürenin sonuna gelmek istedim, bu dünyadan çekilmek istedim. 63 stayla moduna bağlayıp Elvan hocaya diss atmak için ben senin ders diye dilimini bilimini ilimini diye söylenmeye başlanmıştım ki Çağay ve Güneş sınıfa girdi. Çağay;

''O erkenciyiz bugün'' diyerek gelip yanıma oturdu. Ters ters bakıp;

''Aynen öyle okula olan aşkımdan dayanamadım ve daha fazla hasret çekmeden bizim caminin sabah ezanını okuyup direk okula geldim'' dedim. İkiside aynı anda pis pis gülerken Güneş;

''Günaydın atarlı yavrum benim'' diyerek sırasına oturdu. Çağaya dönüp;

''Şuan sana ölmek için bir neden sunabilirim'' dedim. O da;

''Dur tahmin edeyim ilk ders Elvan hocaya'' diyerek baş parmağıyla işaret parmağını burun kemiğine koyup;

''Belki bir Elvan hoca değildik ama bizde her şeyi içimize attık be'' dedi.

Hepimiz aptal aptal gülerken zil çalmıştı. Zilin çalmasıyla sınıf dolmaya başlamıştı. Boramir ile Doğukan da sınıfa gülerek girdikleri için dikkatimi çekmişti. Dışardan bakınca o kadar soğuk duruyorlar ki, sanki gülme organları yokmuş gibi.

Doğukan geçen sefer oturduğu sıraya doğru ilerlerken, Boramir benim tarafıma doğru geliyordu. Cidden kavga etmek istemiyordum. Zaten etmedik de. Yanıma gelip;

''Oturabilir miyim'' diye sorduğunda, şaşırmıştım.

''Oturabilirsin'' diyerek duvar kenarına kaydım.

Az sonra büyük an gelmişti. Koridorda onun ayak seslerini duymamızla sınıfa birden rüzgarlar esmeye, kağıtlar uçuşmaya ve arka fonda dünyanın en seksili müziği çalmaya başlamıştı ve işte sınıfa girdi.

O kadar etkileyiciydi ki herkes dalmış ona baygın baygın bakarken gerçek dünyaya döndüm. Bende isterdim sınıfa bir Francisco Lachowski gelsin ama, kader alnımıza Elvan hocayı yazmıştı.

Sınıfa hoca geldiğinde kimse ayağa kalkmazdı. Çünkü onlar kuğuldu arkadaşlar yapmayın...

Elvan hoca masasına doğru gitti ve oturup yoklama almaya başladı. Yoklama alırken Boramir ve Doğukan'ın yeni olduklarını farketti. Kendilerini tanıtmasını istedi. Onlar kısaca isimlerini ve geldikleri okulu söyledikten sonra oturdular. Elvan hoca da;

''Benim adım Elvan...'' derken Çağay arkasını döndü ve bizim duyacağımız şekilde;

''Dalton ben gezerim balkon balkon gelirde koynuna girerim aman kob'' dediği anda ağzını kapattım ve devamını söylemesine izin vermedim.

Çağay pis pis sırıtarak önüne döndüğünde Boramir'e dönüp;

''Aslında iyi çocuktur da, okul şartları filan. Erken kalkınca da bir değişik oluyor'' diyerek açıklama yaptım. Çağay duyduğunu belli etmek ister gibi yalancıktan öksürdü. Öksürdü mü demeliyim yoksa ağzından sıçtı mı tam bilemedim. O yüzden ona aldırmadan tekrar Boramir'e baktım. Bana bakıyordu. Konuşma ihtiyacı hissedip;

''Başta pek düzgün tanışamasak da ismim Arya'' dedim. Ama dik dik suratıma bakmaya devam etti, işte bad boy havaları filan. Gülse ölürdü. Aldırmadım.

''Ben de Boramir'' diyerek çok da soğuk olmayan bir tonla kısa kesti. Kısa kesmesine bozulmuştum. Konuşmak istiyordum. En azından geçen gün neden o kadar sinirlendiğini öğrenmek istiyodum.

''Geçen gün için özür filan dilemeyeceğim. Ama neden o kadar sinirlendiğini anlamadım yanlış bir şey söylediğimi hatırlamıyorum. En azından gelip sebebini açıklayabilirdin, neden arkadaşını gönderdin ki?'' dedim.

''Bilmediğin konular üzerine yorum yaptın. Sinirimi bozan şey bu.'' dedi.

''Neymiş bilmediğim konu? Söyle bileyim o zaman. Daha dikkatli davranırım hiç olmazsa''

Bir süre düşündü. Sanki çok zor bir şey söyleyecek gibiydi. Ama Elvan hoca tam da dizinin en heyecanlı kısmında giren reklam gibi araya girip;

'' Kusura bakmayın, rahat konuşamıyorsanız biz çıkalım'' diyerek gizli bir tehditle susmamızı istedi. Gözlerinden anlamıştım, ''susmazsanız fakarım'' ifadesini. Önüme döndüm ve daha önceden çalıştığım için bildiğim konuyu dinlemeye başladım.

Elvan hoca hiç susmadan dersi anlatırken dakikaları sayıyordum. Sonunda zil çaldı ve pes ederek sıraya kafamı koydum. Zaten erken uyanmıştım. Bir de ders sıkıcı olunca uykum iyice bastırmaya başlamıştı.

Uyumak istiyordum ama Çağay, Güneşle beni kolumdan çekerek bahçeye çıkarıp kızları kesmeye başlamıştı. Kızlardan karşılık alamayınca da bozuntuya vermeyip ''Zaten tipim değilsin'' moduna giriyordu. Halbuki her kız onun tipiydi.

Çağay kızları kesip, yorum yaparken Hande ile İrem'i gördüm. Keşke retinalarım yansaydı da görmeseydim.

''Çek çek o aylaynırın kuyruğunu ensene kadar'' diye söylendi Güneş. O da benim kadar hoşlanmıyordu o ikisinden. Çağay ise kızlara karşı zaafı olmasına rağmen biz sevmiyoruz diye sevmiyordu onları. Hatta İrem, Çağay'a yanaştığında Çağay;

''Seninle çıkacağıma gay olurum daha iyi, çekilir misin yanımdan kısmetimi kapatıyorsun'' diyerek İrem'i reddetmişti.

Aslında İrem Hande kadar bitch değildi. Ama körle yatan şaşı kalkardı işte. 

Hala Hande ve İremi kesiyordum. Çünkü Boramir ile Emirin oturduğu banka doğru ilerliyorlardı. Tabi okula yakışıklı çocuk gelecek ve Hande yanaşmayacak öyle mi. Değil.

Hande sırıtarak bir şey söyledi ve Boramir gülümseyerek karşılık verdi. Gülmeyen çocuk resmen gülüyordu.  Hayvan herif. Keşke konuştuklarını duysam diye içimden geçirirken, sonra beni ilgilendirmez diyerek Güneş'e baktım. Emirle konuşan İrem'e bakıyordu. Ama o bakışların ne anlama geldiğini bir ben anlayabilirdim.

İrem'e gıcık olduğu içinmi öyle bakıyor yoksa başka bir şey mi var tam çözemedim. Başka bir şey olsaydı Güneş zaten anlatırdı diyerek fazla önemsemedim ve önüme döndüm.

Pis yedilideki bitmeyen tenefüsler gibi geçmek bilmemişti bu tenefüs. Çağay okuldaki tüm kızları kesmiş olacak ki;

''Kalkın sınıfa gidelim, bu okulda hiç benim tipime uygun bir kız yok'' diyerek ayağa kalktı. Ay haspam.

Merdivenden düşe kalka ölmeden sınıfa ulaşabildiğimizde zil yeni çalmıştı. Ders yine kimyaydı bu gün geçmeyecekti anlaşılan.

Geçip yerimize oturduk. Boramir sınıfa geldiğinde onunla yarım kalan konuşmayı bitirip bir daha açmamayı düşünüyodum. Çünkü bu konuyu konuşurken istemsizce ikimizde gerilip sinirleniyorduk. Aslında o sinirleniyordu ben de o sinirlenince sinirleniyordum.

Sonunda Boramir sınıfa girdiğinde keyifli görünüyordu fakat yanıma gelirken aynı suratsızlığıyla gelmeye devam etti. Hayır yani hiç anlamıyordum bad boy olucam diye suratsız olmak niye? Ben o kadar yakışıklı olsam var ya, hey yavrum hey.

Boramir yanıma oturduğunda bu sefer ben de ona bakmadan konuşmaya başladım, havalı hissettiriyormuş.

''Geçen ders konuşamadığımız konuyu konuşup bitirsek ve bir daha hiç açılmasa diyorum, nasıl fikir? Çok güzel demi. Bence de''

Bir süre cevap vermeyince yandan bir bakış attım bana bakıp gülüyodu. Ama bu gülüş öyle bahçede Handeye attığı 'sevimli' gülücüklerden değildi. 'Ben kendimi bişey sanıyom' gülücüklerindendi, alay eder gibi.

''Bana bakmadan konuşmaya çalışınca havalı olmuyosun ama şaşı olabilirsin'' dedi sinir bozucu bi sesle.

''Konu bu değil, neden sinirlendiğini söyler misin?''

''Söylemem''

''Ama söylemek zorundasın''

''Değilim''

''Benim de bilmem gereken bir konu olduğunu düşünüyorum, söylesen ölür müsün?''

''Ölürüm'' böyle tek kelimelik cevaplar verip bir de karşımda gevşek gevşek gülümseyince şeytan diyor;

''Kalk ağzına vur, dümdüz yap. Sonra da geç karşısına ray malifalitiko, ray şalimalitiko diye şarkı söyle''

Tabi bunu yapabilmem için önce her sabah kahvaltıda yürek yemem lazım. He birde bir göte ihtiyacım var. Çünkü şu anki pek yemiyor.

''Bak sen nedenini söyle ben de ona göre davranayım. Ağzımdan yanlış bir şey çıkacak diye her kelimemi kafamda iki üç kere düşünmek istemiyorum.''

''Söylersem beni rahat bırakacak mısın?''

''Rahatsız mı oluyosun?''

''Ben olmuyorum sen ediyosun'' deyince gözlerimi devirdim.

''Her neyse söylersen bir daha rahatsız etmem'' dedim.

''Bak konu babamla ilgili, bu konuyu biriyle konuşmaktan nefret ediyorum. O yüzden iyi dinle sadece bir kere söyleyeceğim ve sende bana bu konuyla ilgili soru sormayacaksın. Hatta mümkünse bilmiyormuş gibi davranacaksın. Anlaştık mı?''

İlk defa bu kadar uzun konuşmasına mı şaşırayım, yoksa ''anlaştık mı'' derken elini uzatmasına mı?

''Anlaştık'' deyip uzattığı elini sıktım ve Elvan hoca sınıfımıza girdi. Gerçekten bu kadının zamanlamalarından nefret ediyorum.

Elvan hoca ders anlatmamak için kitaptaki bir bölümü deftere yazmamızı istedi ve masasına oturup kendisi de kitap okumaya başladı Tabiki de hiç kimse yazmayacaktı. En azından Boramirle konuşabilecektim.

''Anlatacak mısın?'' diye sordum.

''Babam kısa süre önce öldü.''

Aynı durumu yaşadığım için normal karşılayıp tepki vermemiştim. Anlaşma yaptığımız için başka soru da sormayıp önüme dönüp yazı yazmaya başlamıştım.

Konuşup tepki vermediğim için şaşırmış olacak ki bir süre bakışlarını hissettim.

Kafamdan ise bu konuyla ilgili hiçbir düşünce geçmiyordu. Çünkü babasızlığın boşluğa düşmekten farkı yoktu ve ne denirse densin ölmüştü sonuçta, bu gerçek değişmezdi.

Herkes yazı yazmayı bitirip konuşmaya başlayınca, Güneşle Çağay'ın yanına oturmak için kalktım ve popomla Güneş'i itip kendime yer açtım. Güneş her zamanki gibi telefonla uğraşıyordu Çağay ise resim çiziyordu.

''Ne çiziyosun lan kerata'' diyerek bakmaya çalıştım fakat göstermedi.

''Mutluluğun resmini çiziyorum, ayrıca bakamazsın. Benim mutluluğum bu git sen kendine başka mutluluk çiz'' diyerek kibarca beni kovdu. Bu çocuk saftı ya. Bildiğin saf.

Anlaşılan Güneş ve Çağay fazlasıyla meşguldü. Sırama oturmak için kalktım ancak Doğukan oturduğu için ben de seslenmeden Doğukan'ın yerine geçtim.

Doğukan arka sırada İpekle oturuyordu. İpek okulun dedikoducusuydu. Bilmek istediğiniz her şeyi sorabilirdiniz. Google gibi kızdı.

Tabiki de Boramir veya arkadaşlarıyla ilgili bilgi almayacaktım. Beni ilgilendirmezdi sonuçta. Ama kız bana dönüp;

''Şu yeni çocukla Hande çıkıyorlarmış. Hande'nin kaçıracağını zannetmiyordum zaten. Kız okula değil vermelere geliyor'' dediğinde kendimi tutamayıp hunharca güldüm. Bir çift Elvan hoca gözü susmamı sağladı ve sırada aşağıya doğru kayıp yayıldım.

Aslında İpek iyi kızdı. Ama ona güvenemezdiniz. Kötü niyetinden değil ama ağzından kaçırma gibi bir yeteneği vardı ve bu yeteneği sayesinde okulda bir çok kavgaya sebep olmuşluğu bile var.

Handeyle Boramir'in çıkması olağan bir şeydi. Şaşırmamıştım.

Bir süre abimle konuştuğumuz konuyu düşünüp canımı sıktıktan sonra zilin çaldığını farkettim. Hatta Çağayla Güneş bana sesleniyorlarmış. Onları da yeni farkettim.

Sanırım ikisi de canımın sıkkın olduğunu anlamışlardı ki, kantine sürükleyip en sevdiğim yere oturttular. Güneş karşıma geçti, Çağay da çikolata almaya gitti.

Ne zaman birimizin bir problemi olsa cam kenarına oturup bir masa dolusu çikolata alıp dertleşirdik. Sanırım arkadaş konusunda şanslıydım.

Çağay da gelip elindeki çikolataları masaya bıraktığında anlatmak için biraz kafamdakileri toplamayı bekledim. Zaten bu konuşma olacaktı. Uzatmanın bir anlamı yok diye anlatacaktım.

O gün eve gelip abimle yaptığımız konuşmaları eksiksiz bir şekilde anlattığımda ikisininde üzüldüğü yüzünden belli oluyordu. Çağay bir tane daha çikolata alıp cebinden bir kağıt çıkardı. Derste çizdiği resimdi.

''Al bu artık senin mutluluğun olsun. Ben kendime yenisini çizerim.'' dedi.

Gerçekten çocuk gibiydi ve gidip yanağından öpüp sarıldım. Güneşte bize katıldı. Mutlu olmuştum. Çağay'ın yaptığı bu resim belki de gerçekten mutluluğun resmiydi.

Merak edip ne çizdiğine baktım. Ama anlamsız şekiller ve çizgilerden oluşuyordu. Derste sıkılıp deftere çizdiğim şekiller gibiydi.

''Hangisi mutluluk bu şekillerden?''

''Hepsi ayrı bir mutluluğu gösteriyor. Her şekilde en mutlu olduğum bir an var. Gerçekten mutluluk getirdiğine inanıyorum.'' demişti.

Sanırım ben de inanıyorum.

Ben konuyu anlatırken ders zili çalmıştı. Onlar da merak ettikleri için derse girmemeye karar vermiştik. Zaten ders bedendi. Hoca yoklama almazdı ve genellikle ''napıyorsanız yapın'' bakışlarını atıp öğretmenler odasında otururdu. Eğer öğretmen olursam beden öğretmeni olurdum. Kafalar raad.

Bahçeye çıkıp çimenlere oturduk, sınıftakiler spor salonunda olmalılardı. Çünkü bahçede sınıftan sadece iki veya üç kişi vardı.

Ben topla oynanan oyunları sevmezdim. Sporu da sevmezdim. Ama yüzmek benim için farklıydı.

Sessizce otururken Çağay;

''Şu yeni gelen çocuklarla iyi anlaştın bakıyorum, derste hiç susmadınız. Geçen gün de arkadaşı oturdu yanına. Gözümden kaçtığını sanma'' diyerek bana kıskandığını belli eden bakışlar attı. Farkında olmadan kıskandığını belli ediyordu.

''Yok be ne iyi anlaşıcam ikisi de suratsızın teki'' diyerek konuşmayı kestirip attım. Onlara Boramir'in babasından bahsetmeyecektim.

Biz böyle bir ders boyunca şakalaşıp, gülüp eğlenirken zil çalmıştı. Bahçe kalabalık olunca Güneş huzursuz oldu. Kalabalık ortamları pek sevmezdi. O yüzden spor salonuna inip kimsenin geçmediği koridorda yere oturduk. Güneş;

''Babanın böyle yapması kötü bir şey anlıyorum fakat diyelim ki o çocukla karşılaştın. Kardeşin oluyor sonuçta. Tepkin ne olurdu?'' dedi.

''Cidden bunu ben de çok düşündüm, o çocuğun suçu yok sonuçta. Ondan nefret edemem. Ama bir anda öyle kardeşim deyip de bağrıma basmam. Ayrıca imkansız, karşıma çıksa bile nerden tanıyacağım ki. Alnında yazmıyor babamın çocuğu olduğu''

''Belli mi olur, bir anda çıkabilir. Tesadüfen öğrenebilirsin. Bunlar hep olan şeyler''

''Ama filmlerde'' diyerek konuyu kapattım. Sonra Güneş tekrar açtı;

''Kızım belki yakışıklıdır, bana ayarlarsın'' diyerek hande gibi ağzını gere gere konuşunca Çağayla birbirimize bakıp yüzümüzü buruşturduk. Güneşte ''ay götüm'' bakışlarını attı ve hiç ayrılmadığı telefonuna geri döndü.

Boş boş oturarak geçirdiğimiz bir dersin daha sonuna geldik. Öğle arası olduğu için yemekhaneye indik. Bu gün iştahım yoktu fakat menüde patates köfte olduğu için tepsimi doldurup her zaman oturduğumuz masaya oturdum. Güneşle Çağay da sırayla gelince birlikte yemeye başladık.

Biz güneşle konuşurken Çağay da çaktırmadan bizim patateslerden yürütüyordu. Sesimi çıkarmadım, çünkü bu gün beni gerçekten mutlu etti.

Benim için et neyse Çağay için patates kızartması oydu. Güneş için de brokoli. Bana bir porsiyon Güneş'in kafasından piliiz.

Güneşle Hande'nin dedikodusunu yaparken içim daralmıştı. Zaten zil de çalmıştı. Bu gün bitmedi bir türlü.

İçimden ''dayan sadece iki ders kaldı'' diye kendimi ayakta tutmaya çalışıyordum. Ama dersin fizik olduğunu öğrenince daha fazla dayanamayıp yıQıldım.

Sayısal okumanın tek iyi yanı, ''sayısal okuyom ben'' deyip hava atmaktı. Çünkü millet gerizekalıydı her sayısal okuyanı zeki sanarlardı.

Aslında fizik dersini severdim. Hoca sıkıcı değildi. Derste yapabildiğim soruları sınavda yapamıyordum. Tek sorun buydu.

Fizik dersinde Boramir'in baya iyi olduğunu anladım. Hoca leb demeden problemi çözüp cevabı söylüyordu. Demek ki kaslılar her zaman gerizekalı olmuyormuş.

Hiç geçmeyen iki ders boyunca soru çözüp biraz da uyukladıktan sonra zil çalmıştı. Sonunda.

Çağay arabasıyla gidiyordu Güneş ise servisle. Çağay her ne kadar bizi bırakmak istese de biz istemiyorduk. Çağay'ın arabasına binmek göt isterdi. Ara sıra mecburiyetten biniyorduk fakat gideceğimiz yere ulaşana kadar üç buçuk atıyorduk.

Bu günde servise binmeyip yürümeyi tercih ettim. Tabi başıma geleceklerden habersiz bir şekilde mutlu mutlu adeta bir Heidi havasıyla hoplaya zıplaya çıkmıştım okuldan.

Aniden yağmur yağmaya başlayınca ara sokaklardan birine girip duvar köşesine sindim. Yağmur git gide azalması gerekirken daha da hızlanıyordu.

Bu mevsimde hava hep böyle olurdu. Güneşli diye ceket almadan çıkardım yağmur yağardı. Yağmur yağar diye ceket giyerdim hava yaz gibi olurdu. Diyorum ya işte şansım bana hep götüyle gülüyor diye.

Başkası böyle yağmurda kalsa yakınlarda ya market ya bi mağaza olurdu. Oraya sığınır, bi çocukla orda tanışıp aşık olup evlenirlerdi. Konu ben olunca işler değişiyordu.

Ara sokakta genelde hiç kimseyle karşılaşamayacağım kadar ıssız bi yerde yağmurun bitmesini bekliyordum. Duvarın arkasından ses geldi. Tırsmadım değil şimdi. Ama yine de kıpırdamadım. İçimden kedidir kedi dedim. Daha çok tırstım.

Yağmur biraz dindikten sonra sokaktan çıktım. Başıma bir şey gelmediği için şükrettim. Hava biraz kararmıştı. Telefonumu da genelde yanımda taşımadığım için annem meraklanmıştı kesin.

Hızlı adımlarla eve yürümeye devam ettim. Yakınlarda otobüs durağı yoktu. Yanımda bir araba durunca daha çok hızlandım ama araba kornaya bastı ve içinden kadın sesi gelince durdum.

Bana seslenen kadına baktığımda sanki dejavu yaşıyormuş gibi oldum. Sonra kadına baktığımda çok tanıdık gelmişti ama çıkaramadım, kadın kumral kahverengi saçlı ve açık kahverengi gözlüydü. Birine bezetmişimdir diye çok takılmadım. Kadın;

''Kızım bu saatte yürüyerek gitme hava soğuk, üstün de ince istersen seni bırakabiliriz. Korkmana gerek yok güvenebilirsin oğlumda seninle aynı okulda. Seni tanıyınca o istedi çağırmamı'' diyerek açıklama yaptı.

Oğlunu merak ettiğim için camdan eğilip baktığımda şaşırmıştım. Karşımda Emir'i görmeyi beklemiyordum. Beni tanıdığını bile bilmiyordum.

Mahçup bir ifadeyle arabaya bindiğimde;

''Teşekkür ederim, yağmur yağınca biraz durmasını bekledim. Yakınlarda da otobüs durağı olmadığı için yürümek zorunda kaldım'' diyerek konuşma yaptım. Kadın gülümseyerek;

''Anladım, ailenin haberi var mı peki? Merak etmişlerdir'' dedi. Ne kadar düşünceli bir kadındı.

''Hayır genelde yanıma telefon almam, bu günde almadığım için haber veremedim''

''Al o zaman benden arayıp haber ver, telaş yapmasınlar'' diyerek telefonunu uzattı. Tekrar teşekkür edip annemin numarasını yazdım ve aradım. Telefona abim çıktı;

''Alo'' sesi gerçekten telaşlı gelmişti ve annemin telefonunu açtığına göre sıçtım demekti.

''Alo abi benim Arya, yağmur yağınca biraz geç kaldım. Şimdi eve geliyorum anneme söyle telaş yapmasın'' diyerek abimin tepkisini bekledim.

''Nerdesin kızım sen, meraktan çatlıycam. Her yerde seni aradık. Kafayı mı yedirteceksin bana kimin telefonu bu?'' diye bağırdığında, sesi arabada duyulmuştu.

''Eve gelince anlatırım abi, şimdi kapatıyorum'' diyerek telefonu kapattım. Daha fazla rezil olmak istemiyordum. Telefonu uzatıp tekrar teşekkür ettikten sonra Emir;

''Evinin adresini ver, hemen bırakayım. Çok sinirlenmiş abin anlaşılan'' diyerek gülümsedi. Çok şaşırdım.

Normalde okulda yüzüme bile bakmayan Emir, gülümsedi.

Evin adresini tarif ettiğimde Emir;

''Zaten aynı mahallede oturuyormuşuz, bu zaman kadar hiç karşılaşmamamız tuhaf'' dedi annesi de;

''Aynı sınıfta değil misiniz?'' diye sorunca Emir cevapladı.

''Hayır aslında okulda da tanışmışlığımız yok'' diyerek annesini cevapladı.

Arabada bir süre sessizlik oldu. O sırada Emir'i inceleme fırsatım olmuştu. Siyah bir tişört üzerine bol siyah bir hırka altında da gri eşofman vardı. İlk defa okul formasız görmüştüm. Siyah yakışmıştı.

Evin önüne geldiğimizde;

''Burada inebilirim, çok teşekkür ederim'' dedim.

''Lafı bile olmaz, kendine dikkat et kızım'' diyerek gülümsedi kadın, ben de gülümseyerek karşılık verdim ve iyi geceler dileyerek arabadan indim.

Tanıdık geliyordu ama kim olduğunu çıkartamıyordum. Aynı mahallede oturduğumuz için de tanıdık olabilirdi. Ama mahallede her gördüğüm kadının yüzünü aklımda tutmuyordum.

Eve girdiğimde annem ve abim televizyon izliyorlardı, beni farketmediklerini zannedip sevinerek yukarı çıkıyordum ki abim sert bir sesle;

''Geç otur şuraya'' dedi. Abimin en sevdiğim halleriydi. Beni koruması hoşuma gidiyordu.

Yavaş adımlarla gösterdiği koltuğa oturup açıklama yapmaya başladım.

''Canım abim şimdi şöyle oldu. Senin dünyalar güzeli kardeşin yağmurda mahsur kaldı. Ben de çok şekerim yağmurda eririm filan diye yağmurun durmasını bekledim'' derken abim yarıda kesip;

''Hiç şirinlik yapma, doğru düzgün olayı anlatmadan kurtuluşun yok'' dedi.

''Sonra yağmur durdu. Ben de eve gelmek için yürümeye başladım. Yakınlarda otobüs durağı filan olmadığı için yürüyerek gelmek zorunda kaldım.''

''O telefon kimindi peki, senin telefonun neden yanında değil?''

''Telefon meselesi de şöyle oldu, bizim okuldan bi arkadaşım annesiyle oradan geçiyormuş ve beni görünce eve bırakmak istediler. İstersen seni aradığım numaradan arayı doğru mu değil mi diye öğrenebilirsin. Zaten aynı mahallede oturuyoruz '' dedim. İnanmıştı, bakışlarından anladım.

''Bundan sonra servise binmemezlik yapmayacaksın. Yürüyerek gidip gelmek yasak. Serviscini arayıp kontrol ederim, o yüzden bir uyanıklık yapmaya kalkışma. İtiraz etme hakkın yok ve o telefon bir daha yanından ayrılmayacak. Şimdi doğru odana. Konu kilit'' deyip televizyona bakmaya devam etti.

İtiraz etmek için anneme döndüm.

''Annelerin en güzeli, bu gün her zamankinde daha güzelsin. Aaa üstündeki kazak yeni mi çok yakışmış''

''Boşuna yağcılık yapma, abin haklı.'' diyerek öpücük attı.

''Vicdonsizler'' diyerek tepine tepine odama çıktım.

Evde ders çalışmak gibi bir alışkanlığım yoktu. Derslerim gayet iyiydi zaten. Derste dinleyince anlıyordum. Sadece sınav zamanlarında konu tekrarı yapmam yetiyordu.

O yüzden bilgisayarı açıp tumblr ve tivitırda takıldım. Sıkılınca biraz da yorgun olduğum için yatağıma yattım. Bu gün olanları düşündüm. Aslında Emir dışarıdan göründüğü kadar soğuk değildi. Hoş bir çocuktu. Annesine de benziyordu. Konu tekrar annesine gelince düşünmek istemedim. Çünkü annesini nereden tanıdığımı merak ederek kafayı yiyebilirdim. Büyük ihtimalle daha önce mahallede görmüştüm. Zaten saat geç olmuştu. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.

Gözüme Kedi KaçtıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin