"Bir Japon efsanesine göre güneş ve ay birbirlerini seviyormuş fakat zaman farkı yüzünden kavuşamıyormuş. Tanrı da güneş tutulmasını onlar kavuşsun diye yaratmış ki insanlar 'imkansız aşk' diye bir şeyin olmadığını anlasın.."
Başlangıç: 14 Mayıs 202...
Dolu gözlerinden akan son damlayla birlikte ayaklandığında ikisinin arasındaki anlamlı göz temasını da kesmişti Minho. "Bana.. hayır bize.. biraz zaman ver.." Kolyeyi gösterdikten sonra karşısındaki adamın tepkisi bir şüphesinin daha gerçek olduğunu kanıtlıyordu. Bu yüzden cümlesini bitirdiğinde gözyaşlarının kuruduğu yanaklarını silip göz ucuyla Jisung'a baktıktan sonra terk etti o parkı. Jisung'da dakikalarca onunla aynı şeyi düşündü fakat banktan kalkma cesaretinde bulunamadı. Çünkü büyük şoku hala atlatamamış olan bedeni titrerken sarsılıyordu, kalkarsa düşme tehlikesi vardı.
O kolye cidden..ilk önce senelerdir yazdığı kişinin Minho olduğunu, sonraysa ilk aşkına çok benzettiği Minho'nun ilk aşkı olduğunu öğrenmişti.
Senelerdir istediği bu değil miydi zaten? Sevdiğine kavuşmak.
Ona kavuşursa eğer hiç bırakmaya niyeti yokmuş gibi sıkı sarılıp değerli kokusunu içine çekmeyi, belki de değişmiş sesini yeniden duymayı, bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibi duran yüzünü tekrar görebilmeyi, en önemlisi de sevdiğinin gözlerine içindeki tüm sevgiyle bakıp seni özledim diyebilmeyi.. O istemişti, mutlu, mutsuz, sinirli, kaygılı, neşeli iken.. her anında yanında olmayı. Gerçi şu durumdayken ona kavuşmuş sayılamazdı. Sadece bulmuştu onu.
O kolyeyi atmadığına göre bir şansı olmalıydı ama değil mi? O banktan kalkmadan önce son düşündüğü de onu bulmuşken asla bırakmayacağıydı.
Sınıf kapısını çalıp içeri girdiğinde çoktan orada olan öğretmenden özür dileyip sırasına oturmuştu. Zaten büyük olmayan sınıfta Minho'yu göremeyince hiç olmayan ders dinleme hevesi eksilere inmişti. Dershane çıkışında yine birlikte sevdikleri kedileri görmüş ve onları eğilip sevmeye başlamıştı.
"Sizin adınız ne olsun?" Birbirlerinin neredeyse üstüne yatmış iki kediden biri uyuklarken ufak bir mırıltı çıkarmıştı. "Tamam seninkii~ Min olsun, seninki Sung olsun." Aklına gelen bu fikirle gülümsedi ve uyuyakalan kedileri sevmeyi bırakıp evine doğru yol aldı.
~
/Jisung
"Annee~ ben geldii~m." Mutfaktan gülümseyerek çıkan annem yanıma gelip alnıma bir öpücük kondurdu. "Hoş geldin bir tanem." Çantamı odama bırakıp pijamalarımı üstüme geçirdiğimde sofrayı hazırlayan annemin yanına gittim. Ona biraz yardımcı olduktan sonra ikimiz de oturma odasına geçmiştik. Saçlarımın okşanmasını sevdiğimden hemen annemin dizine başımı koyup koltuğa cenin pozisyonu alarak uzandım. Annem de bir şey dememi beklemeden saçlarımı okşamaya başlamıştı. "Babam nerede?" İşten çıkma saati geçeli biraz oluyordu ve bu merak etmeme neden olmuştu. "Patronu yapmış yapacağını yine. İzinli personelin işlerini de kilitlemiş bebeğime." Kısa sürelik sessizlik benim konu açmamla tekrar bozulmuştu.
"Anne, Minho'yu hatırlıyor musun?" Başımdaki eli bir anlığına duraksasa da saçımı okşamaya devam etti. "Dün bahsetmiştin ya bebeğim." "Ah, hayır o değil- aslında o." Ciğerlerime doldurduğum nefesi oflayarak verdim. "Anne, ilkokuldan ortaokula kadar çok yakın olduğum bir çocuk vardı hatırlıyor musun?" "Ya şey.." Hatırlıyormuş gibi diğer elinin iki parmağıyla şıklattı. ".. ilk aşkın olan mı?" Sesinde biraz hüzün vardı ve nedenini elbette biliyordum. Ama annemin hafızası kesinlikle şaka değildi. Ne olurdu anneme çekseydim?
"Evet o. Sana anlattığım dünkü Minho'yu da hatırlıyorsun zaten." "Hm hmm~" Sırt üstü pozisyona gelip annemin yüzüne baktım. "Anne dershanede tanıştığım Minho, o Minho'ymuş!" "Hadi canım!" Birden dikleştiğinde ben de dikleştim ve bugün yaşananları anlatmaya başladım. "Dün konuşmamız gerektiğini söylemişti ya, yakınlarda bir parka gittik orada konuştuk. Hatırlarsın büyük ihtimalle ama taşlarından bir kolye yapmıştım." Bir süre sessiz kalıp hatırladı mı yoksa unuttu mu görmeyi beklerken 'hatırladım devam et' demesiyle devam ettim. "O kolyeyi takıyordu ve ben bunu farkedince sanırım anlaması kolay bir tepki verdim ki o da benim o eskiden tanıdığı Jisung olduğumu anladı." Annem cümlemin sonuna doğru düşen yüzüme daha dikkatli baktı. "Ona biraz zaman vermem gerektiği ile ilgili bir şeyler söyledi ve derslere gelmedi."
"Oğlum sana dün sorduğum soruyu hatırlıyorsun değil mi?" Hatırlıyordum. Sorunun cevabı yutkunmama neden olduğunda bakışlarımı kaçırdım. "Yavrum benim ya. Gel buraya." Gülerek beni kendine çekip sarıldığında ben de anneme sarıldım. "Sen bu çocuktan hala hoşlanıyorsun." Reddetmeden kafamı salladım. Annem de buna daha çok gülmüştü. "Yaşlandım artık fazla hatırlayamıyorum çocuğu. En yakın zamanda kendine aşık et onu ve benimle tanıştır. Ona lezzetli yemekler yapacağım." Bu cümlesi de beni güldürdüğünde yanağına bir öpücük bırakıp odama çıktım ve tüm kitaplarımı masaya yayıp çalışmaya başladım. Eh, üniversite sınavını da unutmayalım, değil mi?
~
Kedilerimizz
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.