ep, three. "tonight."

50 16 14
                                    

"Ezmesene minicik hayvanları."

Uyarımla birlikte omuzundan itekledim onu. Yan tarafa doğru yalpalarken bedeni bakışları bana döndü sonra da dikleşti. Bana inat yapar gibi yine, eski olduğu anlaşılır ayakkabıları ile karınca yuvasının tam üzerine bastı ve kum tanelerini etrafa savuşturdu.

Aldığım derin nefesin öfkeyle ağzımdan çıkmasının ardından bir kez daha sertçe sırtına vurduktan sonra bana yan bir şekilde bakmış ve yumruğum etki etmemiş gibi dengesini sağlayıp yürümeye devam etmişti.

"Hayvan sevgin gözümü yaşartıyor." demişti ellerini yıpranmış kumaş pantolonun cebine sokarken.

"Biraz hava alasın diye çağırdım seni ama tek yaptığın etrafa zarar vermek. Tavırların edepsiz bir hâl aldı Kai." Söylediklerime karşın eğlenceli bir kahkaha patlattı. Pekte sakladığı söylenemezdi dediklerimi.

"Ne varmış tavırlarım da?" demiş ve iyice yanıma yaklaşmıştı. Üzerime eğilmesiyle burnumun direğini sızlatan o alkol kokusunu almış ve o koku ciğerlerimi basarken sağ elimle hafifçe göğsünden itmiştim onu.

"Ne olacak?" dedim, "Her zaman ki bencil ve öfkeli halin."

"Bencilim de nasıl öfkeli olabilirim onu anlamadım." dedi cebindeki ellerini çıkartıp önünde bağlarken. Şu an ne desem umurunda olmayacaktı, bu sebeple konuşmayı uzatmamak için kısaca omuz silktim bende. Aklı yerinde değilken açıklama yapsam neye yarardı ki?

Jay'in kantinde çıkardığı olayın ertesi günüydü bugün. Sabah okula gittikten sonra eve uğramadan önce Kai'lerin evine gitmiştim. Zorla da olsa Kai'yi yataktan uzaklaştırıp biraz gezdirmek adına dışarı çıkarmayı başarmıştım. Kafasını dağıtması için iyi olabilirdi diye düşündüm ama bunu ne kadar başarabildiğim biraz muammaydı.

Çünkü sürekli bir yerlere zarar veriyordu. Ağaçların dallarını kırıyor, yeni ekilmiş çiçekleri yoluyor ve ayağının altına varan böcekleri eziyordu tıpkı karıncaları ezdiği gibi. Bir de yetmiyormuş gibi gezmeye başladığımızdan beri iki kutu birayı devirmişti. Üçüncüyü almaya yeltendiğinde buna izin vermeyişimle zor da olsa engel olmuştum.

Batmaya başlayan güneş ile aynı zamanda görüş açımıza da nükleer santralin o büyük kubbeleri görünmüştü. O kadar olağanüstü bir manzara vardı ki orada insan hem korkuyor hem de merak ediyordu. Öyleki bakışlarımdan ne kadar inanılmaz olduğu belli oluyor olacaktı ki Kai bunun üzerine konuşmaya başlamıştı.

"Hep daha yakınına gitmek istiyorum." demişti işaret parmağı ile kanalın öbür tarafında kalan santralleri göstererek. "Ama gaz odalarına benzettiğimden dolayı korkuyorum."

"Kendi kendini korkutuyorsun Kai, korkulacak ne var?"

"Gaz odalarının ne olduğu hakkında bir fikrin yok sanırım." demişti sorgularcasına. Gaz odaları hakkında bilgim vardı elbette ama kafası dağılsın diye bilmiyormuşum gibi kafamı salladım iki yana.

"Hitler'in, Yahudileri yaktığı yer." deyip kestirip atmıştı daha uzun bir açıklama yapmasını beklerken. Bu kadar basit miydi yani milyonlarca insanın öldüğü, mezar dahi olamayan, toprakla kısmi bir bağlantısı dahi yokken sadece betonarme yapıdan oluşan o cenaze evinden bahsetmek?

"Komünistleri mi konuşacağız?" deyip susmasını sağladım. "Sen sen ol Kai, benim de dahil olduğum ortamda ne anarşistlerin ne de komünistlerin lafını etme."

Sinirli sesime kıkırdarken bakışlarımı ondan çektim ve önüme baktım. Kafası yerinde değildi, yerinde olsa şimdi başlamıştı felsefik ideolojilerini açıklamaya. Kafasının normal mi yoksa sarhoş mu olması daha iyiydi o an bunu bilememiştim açıkçası.

Bakışlarım birkaç kez daha santrallere kaydı. O kocaman dev dumanları izleyip durdum. Hava karardıkça da yok olup gittiler.

Geldiğimiz yolu geri yürüyüp kasabanın ilerisindeki kiliseden geçip o eski püskü mabete ilerledik. Yanından geçip gideceğimiz sırada gözlerimin kestirdiği kadar gördüğüm silüet ile duraksamam bir oldu. Bu dün ki o sarışın, cılız çocuktu. Mabetin o tozlu basamaklarından birine oturmuş etrafı seyrediyordu.

Kai çocuğu görür görmez ona doğru ilerlerken ben olduğum yerde durmuştum. Ayağa kalkıp Kai ile kucaklaşan Kang'ın bakışları beni bulmuş sonra da hemen geri çekilmişti. Onu nedense hiç görmemiştim daha önceden. Nasıl görmediğimi inanın ben de bilmiyordum. Okulda illaki görmem gerekirdi onu diye düşündüm ama yoktu işte, hafızamda onunla ilgili hiçbir şey yoktu. Hiçbir anıya sahip değildim onun varlığıyla ilgili zihinimde ufacıkta olsa.

"Beomgyu, gelsene yanımıza." diye seslenen Kai gelmem için elini aşağı yukarı sallıyordu. Başta gidip gitmemek arasında çok ikilemde kaldım. Tanımıyordum ki onu, yabancının tekiydi. Birde Zerdüşttü, annem olsa ne derdi?

Adımlarım yavaş yavaş onların yanını bulurken Kai'nin gülen gözlerini karşıladı gergin bakışlarım. Eli sırtıma değerken "Bu Beomgyu." dedi, "Yakın arkadaşım." demekte de gecikmemişti cümlesinin ardından.

Bakışlarım ilk kez o çocuğun yüzüne çıktığında vaha da kalmış gibi hissettim. Güzel yüzü parlıyordu sanki karanlıkta, inci gibi dizilmiş gözbebeğini bir kahvelik sarmıştı. Göz altları şişti biraz, onunda kusuru varsın bu olsun demiştim içimden. Bu kadar güzel yüzü saklamak zor olsa gerekti.

Dayanamadım ve elimi uzattım, tanışmak istiyordum. Merak ediyordum, kimdi bu çocuk?

"Bu Taehyun."

Başta Kai'nin yüzüne baktı, sanki elime karşılık verip veremeyeceğini sormak ister gibi. Kai ona kafasını onaylar şekilde salladıktan sonra da elini uzattı benimkine karşılık olarak ve soğuk tenime değdirdi sıcacık ellerini. Sardığı ellerimde hissettim o nasır tutmuş dokuyu. Elimi çekmek istedim ama bir şey buna engel olmuş gibiydi, çekemedim.

"Hadi biraz oturalım sonra da eve gideriz, Beomgyu ne dersin?" Kai'nin sesi ile elini ilk çeken Taehyun olmuştu. Cevabımı söylemeye yeltendiğimde ise bunu yapamadan Kai'nin çekiştirmesi ile çoktan yanına oturmuştum.

Elime tutuşturduğu bira kutusu ile gözlerimi devirirken Kai'nin diğeri yanında oturan Taehyun çarpmıştı gözüme. Kai'nin bir şeyler anlatışına gülerken bakışlarının sahibi ben olduğumda yüzünde ki gülüş solup gidiyordu.

Bakışları tekrardan Kai'yi bulduğunda gözlerimi hızla çevirdim onun parlak yüzüne. Ünlü bir romanın yazarı gibiydi ama ben mi bilmiyordum bir tek? Kimdi Tanrı aşkına bu çocuk, niye yeni farkına varıyordum varlığının?

Kendi birasını bitiren Kai elimdekini de içince yana doğru iyice yayılmış sırtını zemine vermişti baygınca. Bünyesi alışık değildi ama oldukça normalde karşılıyordu. Onu eve nasıl götüreceğimi düşünürken Taehyun'un Kai'yi sırtına alıp yürümeye başlaması ile ben de çok beklemeden peşinden ilerlemiştim.

"Evini biliyor musun?" diye sordum, maksat sadece sesini duymaktı.

"Evet." dedi düz bir tonda. "Bu arada ben-" dedim kendimi tanıtmak amacıyla.

"Seni tanıyorum." dedi Kai'nin kolları altında bakışları beni bulduğunda. "Başkanın oğlusun."

"Adım Beomgyu." dedim sanki öncesinde Kai'den duymamış gibi.

"Ne fark eder ki?" dedi, "Herkes seni o şekilde tanıyor, kim olduğunun ya da adının ne olduğunu bilmek isteyen olmuyor ki."

Sözleri durmamı sağladı. Belki yüzü kadar parlak değildi kişiliği, sarfettiği sözleri de kanıtlıyordu bunu. Doğru da olsa bunu bu şekilde söylemesi canımı yakmamış değildi.

Kai'nin evinin kapısının önüne gelmiştik bir süre içerisinde. Kai'yi sırtından indirdiğinde ayakta durması için ona yardım etmiştim. Bakışları son kez Kai ile bende gezerken "İyi akşamlar." deyip yanımızdan ayrıldığında ona bir cevap vermeden kapı ziline bastım.

Açılan kapıyla "İyi akşamlar." dedim Kai'nin bilinçsizce yatan bedenine karşı ayakta durmaya çalışırken. Doğrusu ne kadar iyi bir akşam olacaksa artık.

Bohemian Rhapsody ± taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin