ep, five. "butterfly effect."

47 14 12
                                    

Sanki daha yeni akşam olmamış gibi gün içindeki güneş ışınları hâlâ yeryüzünü aydınlatıyordu. Bu sabah parlak bir şekilde evden çıkan makosenlerim şimdi o eski kanal yolunun tozu yüzünden bir ölü gibi beyaz bir parlaklık ile örtülmüştü bile.

Birkaç dakika önce yanımda yürüyen Taehyun şimdi daha çok bir iki adım önümde yürüyordu. Elinde siyah bir poşet, içinde ise kendisi için aldığı iki kutu bira ve benim isteğim üzerine de bir kutu şarap vardı. Paraya ortak olmak istediğimde engel olmuş ve yeterince başına bela olmuşum gibi bir bakış atmaktan da çekinmemişti.

Benden hoşlanmıyor muydu acaba?

Bakışlarım ne zaman onun ince çizgili kahvelerini görse gülen yüzü de gözü de kan ağlıyordu. Onun için fazla mı yük olmuştum yoksa, ama onunla gelmemi kabul etmişti. Ya da daha fazla katlanamadığından gelişime bir laf etmemişte olabilirdi.

Eski mabedin yanından geçip kasabanın dışındaki kanalı da geçerken aramızda ne bir konuşma ne de bir bakışma geçiyordu. Bu bakışmayı yaratmayanda bendim çünkü o çok güzel bakıyordu, ben ise yine soldururum yüzündeki gülümsemeyi diye bakmaktan korkuyordum.

Güneş battı batacaktı.

Köprüyü de geçtikten sonra ters yönde attı bu sefer adımını, ona uydum bende. İki üç merdiven basamağı çarptı gözüme. Taehyun inmeye başlayınca ben de ardından attım ilk adımımı. Taşlı derenin yanında betona oturduğunda bekletmeden karşısında yerimi aldım. Pek bir ışık yoktu ama onun o güzel yüzü parlıyordu, Tanrı nasıl yaratmıştı böyle birini? Öylesine özenilmiş gibiydi ki.

Şarap kutusunu bana iterken kendi birasını açıp içmişti bile. Parmaklarımın kavradığı o soğuk teneke kutuyu ağzıma yaklaştırdım. Üzümün o ekşi tadı boğazımdan aşağıya bir kaynar su gibi yakıp geçerken gözlerimi kıstım, açtığımda ise bana gözlerini dikmiş bakan Taehyun'a kaydı gözlerim.

Gözleri, o muhteşem kahveleri, yüzünde kelebeklerin ölüm dansı gibi.

"Şarap sevmez misin?" diye sordum.

Bugünki edebiyat kursu girdi birden aklıma zihnimin bir köşesinden. Anneme nasıl bir açıklama getireceğimi bile düşünmeden buraya gelmiştim. Şimdi ise oturmuş Taehyun'un her halinden anlayacak bir rahibe gibi onu gözetliyor, hayatına girmek için yer arıyordum.

"Hayır." dedi düz ifadesiyle.

"Neden?"

"Çok konuşuyorsun." diye atıldı. Elindeki birasını içti sonra yine. Bende arkamdaki duvara yaslandım. Bacaklarımı uzatmadan önce makosenlerimi ayağımdan çıkardım. Bakışları üzerimde gezinirken tekrar konuştum.

"Konuşanları sevmez misin?" Kafasını iki yana sallayarak kanalın öbür tarafındaki kasabaya çevirdi bakışlarını. "Bilmiyorum, hiç düşünmedim." İçmeye devam ettiği gibi lafına da devam etti. "Ailen bir şey demesin, geç oluyor."

Omuz silktim, elbette ki beklerlerdi sonrada uyurlardı. Ya Yeonjun'un evinde ya da Kai'nin evinde olduğumu düşünürlerdi. "Yok." Derince nefesimi verdim. "Annem pek merak etmez. Ya seninkiler?" diye sordum şarabımı yudumlamadan önce.

Gözlerini dikti siyah olan gözlerime, ne söyleyeceğini bilemedi bir müddet.

"Annem uyur." derken kafasını geri yasladı. "İbadetlerinden sonra hemen uyur."

"Annen rahibe mi?"

"Hayır." dedi kafasını kaldırıp. Zerdüşt olduğunu bilmiyormuşum gibi oynadığım şu kötü senaryoya da bir bakın, ah Tanrım...

"Ahura Mazda'ya ibadet ediyor." dedi bacaklarını uzatıp biraz yanıma doğru geldi. "Ahura Mazda'nın kim olduğunu biliyor musun?" Kafamı salladım, yakından gördüğüm o güzel yüzünün hatrına. "Dinimize göre, yani zerdüştlüğe göre tanrımız."

Gözlerini kırptı konuşurken, defalarca. Anlatırken onu dışlayacağımdan ya da iğreneceğimden korktu sanki.

"Dininiz ile ilgili bir şey söyle bana, hiç bilmediğim." dedim şarabımdan biraz daha içerken.

"Öldükten sonra yakılırız."

"Hintlilerin yaptığı gibi mi?" diye sordum ayaklarımı kendime çekip geri bırakırken. Hareket eden bacaklarıma baktıktan sonra tiksinti ile konuştu.

"Evet, kökenimiz Hindistan'a dayanan Persi bir aileden geliyor." dedi.

"Baban." dedim. "Peki o bir şey demiyor mu?"

Bakışlarını kaçırdı. Birden oradan ayrıldı ruhu. Dediklerim için bir pişmanlık hissettim kalbimin etrafında ki o ince epitel doku da. Ruhumu da alıp onunla birlikte gömmek istedim.

"Ölü bedenler konuşamaz." dedi bitirdiği bira kutusunu yere bırakarak. "Ölüler ile dolmuş bir cenazem var benimde, babamı yaktırmadım ama." dedi kararlı bir şekilde.

Bakışları bile sarhoştu.

"Bedenini toprağa gömdüm, tabiat hain ama nankör değil."

Sustu bir müddet, ne kadar oldu saymadım. Ne o konuştu ne de ben atıldım konuşmaya bu sürede. Susmak istemedim ama sanki biri eliyle tıkadı ağzımı. Konuşma Beomgyu, dedi.

Şarabımın son damlalarını da içtim. Zaten tek kutuyla sarhoş oluyordum, gerisi ise fiyasko oluyordu. Eve nasıl gideceğimi bile düşünmemiştim.

Yakınımda olan yüzüne baktım Taehyun'un. O da benim kadar sarhoştu. Çünkü bayık bakan gözleri gülümsüyordu.

Yanıma yaklaştı, soğuk betona uzandı ve kafasını eski kumaş pantolonumun üzerine bıraktı. Sarı saçları hemen dağıldı, güzel yüzü yaslandığı kıyafetimde çiçek bahçeleri oluşturdu.

O saniye dünyadaki bütün diyarlarda çiçek bahçeleri yanıp kül oldu, zerdüştler gibi. Çiçekçiler beş parasız ama mutlu gezdi. Bütün çiçekler benim oldu; papatya, begonvil, sardunyalar...

"Yüzün..." dedim ellerim saçlarından ayrılıp yüzüne dokundu. Bir kelebek kadar yavaş, soldurmak istemedim. "Yüzün çok güzel Kang." Gözlerini yumduğunu hissettim, bacaklarını kendine çekip iyice kafasını kucağıma yerleştirdi.

"Ama yakacaklar." dedi üzgün ve boğuk çıkan sesiyle. "Engel olamayacağım, cenazem tek laf edemeyecek. Kimse güzel yüzümü hatırlamayacak, toprak bile göremeyecek."

Yüzünü okşadım, bu sefer hissettim o soluk teni. Korku sardı bedenimi, yakmalarına izin vermeyecektim.

"İzin vermem." dedim.

Kafamı arkamdaki duvara yasladım. Ellerim yanaklarında gezinirken gözlerimi kapattım.

Yemin ederim o güzel yüzünü toprak dahi kıskanacaktı Taehyun, toprağa giderken gösterecektim yüzünü. O da ben gibi vurulacaktı zerdüşt ruhuna.

±
±
±

Fic hakkında düşünceleriniz neler, sizce nasıl ilerliyor??? 🤕🥺

Bohemian Rhapsody ± taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin