Sinirimi kitaptan çıkarır gibi hızla eski, sararıp kahveye dönmüş sert kapakları birbirine çarptım. Gözlerim odamın içerisinde gergince ve boş bir vaziyette gezindiğinde içimde uzun zamandır baş gösteren sıkılmışlık hissi iyice daraltıyordu beni.
Elimdeki kitap yatağın çarşafı ile buluşurken ayaklarım bende izinsiz işlevine başlamıştı bile. Odamın içerisinde dönerken aklıma yine ve yeniden gelen o çocuk zihnimi gayet iyi bulandırıyordu.
Onu en son görmemin üzerinde iki gün geçmiş, kapımın önüne bırakıp gidişinin üzerinde ise sadece anılar.
Sözler unutturmasa bile anılar daha canlıydı.
Kendini bile tanıyaman bu çocuk benim için her seferinde şaşırtıcı derecede güzel yüzünü o belirsiz gülümsemesi ile süslerken elimden gelen tek şey ona sıkıca sarılmak ve bırakmamaktı. Ama o, işte o inatçı biriydi. Yanında olacağım desem bile belki buna izin vermeyecekti.
Belirsiz bir insan oluşu beni cidden şaşırtıyordu. Kang'ın bu davranışları...
Adımlarım odamın önündeki küçük camın önünde durdu. Dışarıya baktım. O sabah eve girmem ile annemle tartışmamız gecikmemişti. Her şeyin üzerine bir de ceza yemiştim. Bugün akşam bitecek cezam ile sevinsemde üzülüyordum.
Okula gitmeyişimle göremediğim Taehyun'u yarın da haftasonu tatili olduğundan göremeyecektim. Evinden çıktığımız sabah yolu ezberlemeyeşim beni kızdırırken kafamı duvarlara vurmaktan çekinmiyordum. Evini bilsem en azından yanına giderdim.
Küçük camdan kocaman dünyanın bir parçasına tek şahit olduğumda da sıkıntı ile arkamı döndüm. Adımlarım çalışma masamın önünde duruyorken ders çalışma isteğimi bile söndüren düşünceler bastı aklımı. Her şeyden kopup sadece yere oturduğumda Taehyun'un evinde ki anlar doluştu her sinir hücremin sinapslarına.
Böylesine hayatıma giren bu çocuğun benden ne istediğini sordum kendime. Daha sonra fark ettim ki o değil, ben onun hayatına girmiştim. Kendimden bu patavatsız halimden kurtulmak istedim, batsın bu hallerim, dedim.
Ağlamak için elimden gelen başka bir şey olduğunu düşünmeyip ayaklandım. Odamın kapısını açıp yan taraftaki oturma odasına adımladım. Bir köşede oturup çayını içen annem çarptı gözüme. Yapacak başka bir şey bulamazken karşısında ki koltuğa oturdum bende.
Gözleri beni izlerken bakışlarımı odamdan daha aydınlık olan ve sebebinin kocaman pencereler oluşuyla gözümü o aydınlığın oluşunda gezdirdim. Arkada duran radyoda The Righteous Brothers'ın kulaklara aşina bir parçası odaya kısık sesle yayılıyordu.
Tekrar bakışlarım anneme döndüğünde bu sefer meraklı gözlerle bakıyordu bana. Gözlerimi çekmeyip ona n'oldu şeklinde bir bakış attığımda yerinden gergince kıpırdandı. "Son zamanlarda farklı tutumlar sergiliyorsun." diye başladı annem.
"Eve gelmesen bile haber ederdin Beomgyu. Şimdi ise dalgınsın, düşünceli ve karamsar bakıyorsun. Her şeyin yolunda olduğuna emin misin?"
Omuz silktim, cevap vermek için erkendi. Hiç böyle duygular yaşamamıştım ve bunu dışarıya yansıttığımı bile bilmiyordum. Annemle bu konular da konuşmak çok şeydi işte, tanımlayamıyordum.
"Biri mi var?" demişti beni düşüncelerim ile çatışmadan çekerken.
Yüzündeki bakışlar sanki her şeyden haberdardı. Cevap vermeyişimle sorusunu kabullendiğimi anlamam uzun sürmedi.
Kafasını eğdiğinde çenesinin seğirdiğine yemin edebilirdim. "Kim bu kız?" dedi başını kaldırıp mutlu bir yüz ifadesi ile sorguladığında. Dediğiyle suratım asıldı.
Ayağa kalktım, oturmak beni iyice germişti. Cama doğru yaklaşırken sesim bulanık çıkmıştı. "Henüz çok erken anne, doğru duygularmış gibi hissettirmiyor bile."
Çok uzakta görünen santrallerin kısmi görünürde beliriyordu evimizin ikinci katında ki pencereden. Ondan daha yakın bir mesafede bulunan kilise ve eski mabetin parçalarını ise uzaktaki kanal yolu tamamlıyordu. Lakin görünürde bir kanal yoktu.
Güneyde kalan kanal, kalbimin süslü ama kayıp bir parçası olarak işlerine devam ediyordu.
Kanal yolunda gezdi bakışlarım, aşağıya indikçe kasabanın girişine daldı ve durdu. Yürüyen o kişi oldukça tanıdıktı ki bakışlarım bir müddet orayı daha iyi görebilmek için kısıldı. Tanıdık bir yürüyüş ve tanıdık kıyafetler ile sarı saçlar onu çağırdı. Bu Taehyun, dedim cama ne zaman yapıştığını bilmediğim ellerimi çekerken.
Nasıl davrandığımı görmeden, davranış şeklimi sorgulamadan annemin yanına döndüm. "Anne, lütfen dışarıya çıkmama izin ver. Cidden geç kalmayacağım, lütfen lütfen lütfen."
Oturduğu yerden kalkıp benim gibi camın önünde durdu. "Ne yapacaksın?"
"Sadece..." dedim ne diyeceğimi bilmeden. "Kanala kadar yürüyüp geleceğim."
"Tek başına mı?" diye sordu bana dönerken. Gerçekçi olmam gerekiyordu, annemin bana güvenmesini sağlamak zorundaydım.
"Belki." dediğimde dudakları kıvrıldı. Gülümseyen suratı ile onay verdiğinde yanına ulaşıp yanağına kocaman bir öpücük bırakmıştım. Koşarak merdivenleri inmeye başladığımda seslenişi kulaklarıma doldu.
"Geç kalma ve tadını çıkar."
"Tamam!"
Bedenimi dışarıya atışımla koşmam bir olmuştu. Delirmiştim, ne yaptığımı bilmiyordum. İzin almıştım almasına da nereye gidecektim ki?
Kanala. Taehyun oraya gidiyor gibiydi.
Koşmaya başladığımda yüzüme çarpan o sert rüzgar beni uyandırıyor gibiydi. Onu göreceğim aklıma geldikçe kalbim kaburgalarımı parçalar derecesinden hızlı atıyordu.
Kasabadan çıkıp kanal yolunun bir kısmını geçtiğimde görünürde beliriyordu çelimsiz bedeni.
Daha hızlandım, kaybolacakmış gibi.
Aramızdaki mesafe mum gibi o kadar hızlı yanıp eridi ki, ben ona ulaştığım da sesler yüzünden arkasını dönmüştü.
Beni gördüğünden midir bilmiyorum ama yüzü belirsizlikler şehri gibiydi. Olduğu yerde durup bütün bedenini çevirdi bana.
Attığım sakin adımlar ile kuruyan ağzımı açıp derin nefesler alıp verdim. Aramızda ki mesafeyi ben kapatmak ile yükümlüyken bunu geciktirmedim.
"Ne işin var burada Beomgyu?"
Güzel yüzünü daha yakından gördüm diye mi Tanrıya dua etsem yoksa hala yaşıyor oluşuna mı bilemedim. Önünde dururken konuşmak için zorladım kendimi.
"Korkuyorum." dedim ellerim yan taraflarıma düşüp sallanırken. "Tanrının seni benden almasından korkuyorum."
İfadesiz yüzü bu sefer sözlerimin ciddiyetinin büyük önem taşıdığının farkına vardı.
"Benim bir Tanrım yok." dedi korkulu gözlerle. "Seni bana ait hissettiren kimsem yok."
Dayanamadım, oracıkta yaptığım şeyi yüzyıl boyunca tartışabilirdim belki ama bu sefer olmaz, dedim. Parmak uçlarıma kalktım ve güzel yüzünün eşsiz parçalarından biri olan dudaklarını öptüm.
Geri çekildiğimde ifadesiz yüzü hala aynıydı. Lakin belirgin bir umut açmıştı çehresinde.
"Senin için Tanrı olacağım, Kang."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bohemian Rhapsody ± taegyu
FanfictionTanrımın gözleri etrafında ki yara izinde yaşıyor olacağım. ... [düzyazı, minific, angst] 020524 - 200524 • original by my dear ★