Mayıs ayının o beceriksiz esen rüzgarı, dağ gibi olan vücudumu tek seferde üşütmek için cidden savaş veriyordu. Boynuma kadar çarpan soğuk cidden yaza girip girmeyeceğimizi düşündürtüyordu.
Ellerim siyah keten pantolumun üzerindeyken yanımda oturan Taehyun'un sol bacağı sağ bacağıma değiyordu.
Nerede miydik? Tabii ki de kanalda.
Ani hareketlerimden korkmuş olsa gerekti ki onu öptükten sonra pek bir şey konuşmamıştı. Kolumdan tutup yürütmeye başladığında ise onunla gelmiştim.
Arada dönen ilgi çekici bir konu da yoktu. Birimiz lafı açıyor diğerimiz uzatmamak için keskin cevaplar verip kapatıyordu.
"Kendinden bahsetsene." dedim sessizliği bozup.
"Neyden bahsedeyim?"
"Sen ve hayatından. Ne bileyim işte, bahset bir şeylerden." dedim sarkıttığım ayaklarımı toplayıp bağdaş kurarken. Ona dönmüş olan yüzüme baktı, sonra batan güneşin ardından bıraktığı son birkaç ışık hüzmesine.
"Ben." dedi soluk alıp verişleri hızlanırken, sanki kendinden korkuyordu. "Sıradan hatta basitinde basiti bir insanım. İlgi çekici bir hayatım yok."
"Vardır, bak şimdi." dediğimle gözlerini bana çevirdi.
"Buraya gelmeden önce nasıl bir hayatın vardı?"
"Çok küçüktüm, hatırlamıyorum." dedi basitçe. Kafamı salladım, konuşmak istiyordum.
"Peki ya kız kardeşinin adı ne, ondan bahset biraz."
Ofladı, konuşmak istemediği halde onu zorluyordum. İnatçı bir şekilde cevap vermesini beklerken bana döndürdü bedenini iyice. "Jihyun, henüz on üç yaşında." dedi gözlerini gözlerime iyice dikip.
"Niye bu kadar çok soru soruyorsun?" diye yaklaştı bana, aramızda olmayan mesafede iyice kapanıyordu. Omuz silkeceğim sırada konuşmamı engelleyen onun başını dizlerime yatırmasıydı. Ağzımdan çıkacak iki üç sözcük boğazıma sırayla dizilirken yan tarafımda duran ellerim işlevsizce kıpırdandı.
Konuşmamdan rahatsız oluyordu ya da özele çekmeden düşününce sessiz kalmak için de çabalıyor olabilirdi. Bunun için ağzımı kapalı tuttum, ciddi anlamda ondan hoşlandığımı kabul etmesemde her şey için henüz erken iken içime atıp susmak zorundaydım.
Batan güneşin ardında bıraktığı öksüz gökyüzünü bilmem kaç saat sonra aydınlatacak olan ay gözlerimin önünde bir şenlik kurdu.
Geç kalmadan eve gitmem gerekiyordu ki bu öğlen annemden aldığım izini bir dahaki seferde kaybetmemek için.
Zaman geçti, bekledikçe yeryüzüne korkunç bir karanlıkta çöktü zaten.
"Taehyun?" dedim ellerimi uzun süredir dolandırdığım saçlarından çekerek.
"Hm?"
"Gidelim mi?" Başıyla onayladı ama kafasını kaldırmadı. Onu beklerken konuşmaya başladı. "Gerçekten tanımak istiyor musun beni?"
Kafasını kaldırmadı ama yüzünü döndürdü. Gözlerim gecenin misafir getirdiği karanlıktan daha karanlık olan gözlere sabitlendi, kafamı salladım. Kalktı ve karşımda bağdaş kurup oturdu. Elleri kucağında gergince hareket edip durdu.
"Adım Taehyun değil, Terry." Anlamamış gibi yüzüne baktım. "Bu ismi annem veya herhangi biri vermedi. Taehyun ismini Hint kökenli dedem burada koymuş, Parsi bir aileden geliyor olmamız da dinimize çok bağlı olmamızı anlatıp duruyordu."
Cümlelerini nereye bağlayacak diye merak ettim. "Ben." dedi etrafına bakarcasına, birilerinin görmesinden, duymasından korkuyordu sanki.
"Ben, kendimi oraya, o dine ya da ne bileyim siktiğimin maneviyatına ait hissetmiyorum. Terry'i kendim buldum ve ilk sana söyledim şimdi, bugün. Biliyor musun aklıma hiç gelmezdi bile sana söyleyecek olmak." Nefes alışverişleri sanki benim ciğerlerimi parçalara ayırıyormuş gibi hissediyordum.
"Terry." dedim. Yüzünde ki tebessüm kitap satırlarına sığan parçalı bir mutluluktan daha da müthiş bir melodi doğuruyordu.
Elleri ellerime sarılınca yüzünü yüzümün dibinde, dudaklarını ise dudaklarımda hissettim. Yumuşak et parçası resmen bir ilahi gibi zihnimin her köşesinde mahremiyetini korumaya başladı.
Öpüşüne karşılık verdim, bugün ikinci kez dudaklarımız birbirlerine muhtaç bir şekilde birleşip ayrıldığında onun yüzüne baktım. Elimden tutup kaldırdı beni. Elimi tutmayı bırakmadan da yürümeye devam etti. Kanal yolunu yürüdükçe iyice yaklaştım ona. Dibinde bitişimin farkında olacaktı ki bir eli belimi de kavramıştı.
"Senin için her zaman var olacağım biliyorsun değil mi Terry?" Kafasını salladı, tutuşu bir miktar zayıfladı.
"Biliyorum Beomgyu." dedi mabetin önünden geçip evimizin o dar sokaklarına girdiğimizde.
"Benim için Tanrı olmaya söz vermiştin."
Burdan yazıyorum sana
Eski bir mabetin gönül bahçesinden
Elimde kalmış son kağıda
Yine
Seni yazıyorum, ismini karalıyorum
Güzel yüzünü görsün diye topraklar
Kavga ediyorum
Her gece bana sarılışına karşı bir miktar
Göz yaşı armağan ediyorum
En değerli varlığımla yas tutuyorum
Mâtemimi en değerlim ile yaşıyorum
En değerlim için
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bohemian Rhapsody ± taegyu
FanfictionTanrımın gözleri etrafında ki yara izinde yaşıyor olacağım. ... [düzyazı, minific, angst] 020524 - 200524 • original by my dear ★