1 ay sonra...
Uzandığım yataktan zar zor kalkmaya çalışırken odama giren Özge'ye yakalandım. "Ne yapıyorsun Mavi? Daha tam iyileşmeden nereye kalkıyorsun?" diye beni azarlayınca, kızmadan edemedim. "Abartıyorsunuz artık ya! Bir ay oldu bir ay, iyileştim ben." diye bu sefer bende onu azarladım. Ama ona ve diğerlerine göre ne desem haksızdım. Vurulduğum günün üzerinden tam bir ay geçmesine rağmen hala onları iyileştiğime inandıramamıştım. "Neyse ne. Ben yarana bakmaya gelmiştim. Ne durumda?" diye sorarak yanıma yaklaşınca, "Gazlı bezi en son dün yenilemiştin, şimdi sadece etrafının morarık olduğu gözüküyor." diye açıkladım.
Hastaneden çıktığımızdan beri giyinme dolabımın yanında duran ecza dolabını açtı ve içinden pansuman malzemeleri aldı. Yatağımın hemen yanına oturdu ve pansuman malzemelerini de komodinin üzerine yerleştirdi. "Atletini birazcık aç." deyince dediğini yaptım ve üzerimdeki siyah atletin, yaramın olduğu taraftaki askısını indirdim. Önce eski gazlı bezi çıkardı ardından yaranın etrafını antiseptik ile temizledi. Ve yaranın iç kısmını serum fizyolojik denilen şey ile nemlendirdikten sonra yeni bir gazlı bez ile üzerini kapattı. Yara git gide iyileşiyordu. "Bu pansuman işi daha ne kadar devam edecek?" diye sordum sıkkınlıkla.
Elindeki gazlı bezi komodinin üzerine koyarken, "Yarın doktora gidip göğsündeki yaranın ve sırtındaki diğer yaraların son durumunu göstereceğiz, o da bizi bilgilendirecek." diye sorumu yanıtladı. Oflayarak yatakta doğrulurken pansuman malzemelerinin yanında duran telefonumun çağrı melodisini işittim. Tam olarak gövdemi hareket ettiremediğim için yanımda duran Özge'ye çenemle telefonu işaret ederek, "Uzatabilir misin?" diye mırıldandım. Dediğimi ikiletmeden telefonu aldı ve ekranına bakmadan bana uzattı. Özge'nin en sevdiğim yanı da meraklı olmayışıydı. "Sağ ol." diye bir şeyler geveledikten sonra elindeki telefonumu aldım ve tedirginlikle arayanın kim olduğuna baktım. Vurulduğum günden beri gelen telefonlara ve çalan kapıya karşı bir korkum vardı. Ekranda;
Ahmak Beyefendi arıyor...
Yazısını görünce içim istemsizce rahatladı. "Ahmak Beyefendi" diye kayıtlı olduğunu görünce gülümsemeden edemedim. Ekrana bakarken Özge'nin, "Ben çıkayım, sen rahat rahat konuş." dediğini ve ardından açılıp kapanan kapının sesini duydum. Anıl'la vurulduğum günden sonra bir daha hiç konuşmamıştık. İlk defa bu kadar uzun süre iletişime geçmemiştik. Ve şimdi telefonu açıp açmamak arasında gidip geliyordum. Ama bir şans vermek istedim ve boğazımı temizleyip açtım.
"Alo?"
"Küçük Hanım... Nasılsın görüşmeyeli?"
"İyi sayılır. Sen nasılsın?"
"Bende aynı."
"Bir şey mi oldu? Neden aradın?"
"Bir şey olmadı. Seni aramam için illa bir şey mi olması gerekiyor?"
"Hayır ama bir aydır aramıyorsun ya, şimdi bir anda arayınca bir şey oldu sandım."
"Haklısın, bir aydır arayamadım. Toprak ile babamın adamlarını yakaladık. Toprak da gerisini bana bırak deyince anca arayabildim seni."
"Hmm."
"Ben asıl konuya gireyim."
"Zahmet olacak." dediğimde güldüğünü duydum.
"Annem bu akşam hepinizi yemeğe davet ediyor. Kenan Amca'yı da tabii. Ayrıca annemin bir arkadaşı daha olacak."
"Diğerlerine haber veririm ama ben daha tam yürüyemiyorum. O yüzden gelemeyeceğim."
"Sen dert etme onu. Ben çoktan hallettim."
"Nasıl hallettin? Daha iyileşmem için vakit var. Tedavi görüyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YA AŞK YA ACI:Aşk
Genç KurguBir grup arkadaş... Küçük yaşlarda başlayan tanışmalar sonucu büyüyünce kardeş gibi olurlar. Bu grubun içinde iki istisna vardır: Asel ve Yiğit... Her ne kadar istisnalar olsa da, zaman geçtikçe birbirlerine bağlı kalmaya ve birbirlerini korumaya ça...