Birini tanımanın en iyi yollarından birinin onun en sevdiği şeyler yerine sevmediği şeyleri, katlanabildiklerinden çok katlanamadıklarından bilmekten veya neyi kendine uzak tuttuğunu bilmekten geçtiğine kendimi uzun bir süredir inandırıyordum. Sonuç olarak birisi zaten benim yakınımdaysa bana dair sevdiği şeyler vardır diye düşünürdüm fakat benden uzak kalacağı şeyleri net olarak bilirsem onlardan uzak kalmaya çalışırdım.
Son zamanlarda ise bu sistemimi çökerten bir isim vardı, Jeon Jungkook. Neyden nefret ettiğini çok iyi biliyordum, keza her gün aynada gördüğüm sima oluyordu kendisi. Fakat ne ben onun nefret ettiği şeyi bilmeme rağmen ondan uzak kalabilmiştim ne de o beni sevdiği için çevremde dönüp durmuştu.
Aramızdaki denklem çözülemez gibiydi.
Misal ben nefret ettiğim oğlan için sabaha kadar sayfalarca yazıyı döşemezdim ama sevdiğim oğlan için bunu yapardım.
Kafamda birini bir konuma oturtmak zor değildi aslında ta ki geçen haftaya kadar nefret ettiğim kişinin birden ilgimi çeken kişi konumuna yerleşmesine kadar ben de işlerin bende bu kadar hızlı ilerleyebileceğini bilmeyen biriydim.
Günlerce kafamda dönüp duran bu denklemin cevabı da beni dehşet bir korkuya sürüklüyordu. Bu yüzdendir ki günlerdir ne Jeon'un mesajlarına dönüyor ne de aynı derslere girdiğimizde yüzüne bakıyordum. En başında yapmam gerekeni yapıyordum; kaçıyordum.
Kaçmak bile beni sorgunun eşiğinden kurtaramıyordu. Beni kovalar mıydı? Kovalasa bile bu yakalamak istediği için mi olurdu? Onun için bir avdan farksız olmazdım sanıyorum, o bir avcıdan farksız değildi.
Neredeyse bir hafta olmuştu o günün üstünden geçeli. Gittiğim günün sabahı bana nereye gittiğime dair birkaç mesaj atmış, ertesi gün de sinirlendiğini belli edecek şekilde ödevi tek başına teslim edeceğinden vesaire bahsetmişti. Gururuna yediremiyordu, eminim.
Bu gurur savaşının süreceğini düşünüyordum. O kendi yazısını tamamlar, ben kendi yazımı tamamlar ve veririz kafası aslında rahattı. Böylece onunla uğraşmak zorunda kalmayacağımı düşünüyor ve stresten bir nebze de olsun kurtulduğumu sanıyordum.
Bu sabaha kadar.
Jeon Jungkook, gururunu bir kenara bırakana ve ikimizi de şaşırtan bir adımı bana atana kadar.
Yine de kendisiydi, eminliğini kuşanmayı unutmamıştı. O yıkılmaz duvarları, irislerinin koyuluğuyla kurşun geçirmez gibi dururken masamın başına gelip kağıtları sertçe masaya bıraktığında şüphesiz ki sabırsızdı.
"Sorumluluklarının bilincinde olmayan insanlardan hiç hoşlanmam."
Ben gözlerinin içine sorgulayıcı ve şaşkın bir şekilde bakarken o dümdüz sesini duyurmuştu. Bir saniye olsun bakışlarını ayırmıyor, gözünü bile kırpmazken karşımda korkunç görünüyordu.
Eli hâlâ masadayken hafifçe bana doğru eğilmişti. "Ve sen tanıdığım en sorumsuz insansın."
Siktirsin oradan, sanki beni çok iyi tanıyordu.
Belki gurur yarışını bana bir adım atarak kırmıştı fakat ben o kadar kolaya gelecek birisi de değildim. O bir savaşı bitirirse, ben bir yenisini başlatırdım.
Gözlerimi gözlerinden bir saniye çekmezken alayla gülümsedim, küçümseme konusunda üstüne tanıdığını sanmıyordum lakin beni küçümseyecek yetkiyi de onda göremiyordum.
"Tanımadığı birine nefret besleyen birinden şaşırtmayacak sözler." Devirdim gözlerimi, onu sikime takmadığımı görsün istedim.
"Her gün düşünüyorsundur bunu eminim." Boşta kalan eliyle burnunun ucunu hafiçe siler gibi ittirdi. "Çok mu acıttım canını?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
other people
FanfictionNasıl olduğumu merak ediyorsun, ipucu vereyim; keşke seninle hiç tanışmasaydım. enemies to lovers. taekook, by jerome.