Kerpiç ev nedir bilir misiniz? Saman ve toprak karışımından oluşmuş evlere kerpiç ev denir. İşte ben de böyle bir evde büyüdüm. 4 kardeş yaşadığımız evimiz sadece iki odalıydı. Bırak kendimize ait bir odamız, kendimize ait bir yatağımız bile yoktu. Annemin yere serdiği döşeklere 3 kız, bir erkek kardeş beraber yan yana yatardık. Sabah olunca da ilk işimiz o döşekleri toplamaktı. Bir an önce döşekler toplanmalı, çay konulmalı, kahvaltı hazırlanmalıydı. Babam uyanmadan her şey eski haline gelmeliydi.
Babam; gece geç saatlere kadar dışarıda gezer, sonra da sokaklarda şarkı söyleye söyleye eve gelir ve yatağında uyur kalırdı. O geldiğinde kimsenin ayakta olmaması gerekti. Yoksa sonu felaket olabilirdi. Bir keresinde benden bir yaş büyük olan ablam Meryem babama çok sinirlenmiş ve onu gece geç saatlere kadar beklemişti. Sinirlenme sebebi ise sadece bir tane kırmızı kartondu. Evet yanlış duymadınız. Sadece kırmızı bir karton...
Okuldan resim dersi için kırmızı bir karton istemişlerdi ve ablam bunu akşam okuldan geldiğinde babama söylemiş ve babam, "Ne kartonu? Seni okula gönderdiğimize şükret. Daha bir de sana karton mu alacağız?" diye onu azarlamış ve dışarı çıkmıştı. O kapıdan çıkar çıkmaz ablamın gözünden inci misali yaşlar süzülmüştü. Kahverengi gözlerinden akan yaşlar eşliğinde anneme "Ben ne dedim ki? Sadece bir tane kırmızı karton istedim. Ne olur alsanız?" diye ağlayarak dert yanmıştı.
Annemin elinden bir şey gelmezdi. Kendi annesi ve babası ölmüş, öksüz yetim kalınca yanında kaldığı dayısı bir boğaz daha eksilsin diye onu babama gelin olarak vermişti. Babam ile annemin arasında 15 yaş vardı. Tam 15 yaş... Ama annemin dayısı için bunun hiçbir önemi yoktu. Annemin gelin gideceği yıl, tarladaki ürünler susuzluktan kurumuş ve annemin dayısı da o ürünlerin parasını başlık parası olarak annem için istemiş ve annem Emine'yi hiç bilmediği, görmediği, üstelik de mahallede girdiği her işten kovulması ile bilinen babam Ali'ye vermişti.
Annem zaten anasız babasız büyümüş, üstüne de babamın ona eziyetleri ile iyice küçülmüş, tabiri caizse hiçleşmişti. Onun için ablama hiçbir şey diyemedi. Elinden hiçbir şey gelmiyordu, sarılıp öpmek dışında hiçbir şey... Kendi yaralarını saramayan birisi, evladı da olsa bir başkasının yarasını nasıl sarabilirdi ki? Elinden gelen tek şeyi yaptı. Sadece sarıldı ve öptü. Bir yandan şefkat bir yandan çaresizlikle ablama sarıldı ve onu alnından öptü.
Ama ablam, annem kadar içe kapanık değildi. Hele bu sefer siniri dineceğe benzemiyordu. Annem, babam gelmeden önce hepimizi yedirmiş ve yataklarımızı açmıştı. En küçük kardeşimiz, evin tek erkeği 3 yaşındaki Kadir bile yüzüncü rüyasını görüyordu düş dünyasında. Sıra sıra dizilerek uyuduğumuz döşeğimizde Kadir'in yanında uykuya dalan 10 yaşındaki Filiz'den ufak horultu sesleri geliyordu. Filiz hep hasta olurdu. İnce, halsiz bir çocuktu. Doğuştan kalbinde bir maraz ile dünyaya gelmişti. Bembeyaz teni hastalıktan sararmıştı ve o, adeta bu çöl misali evde yaşamaya çalışan bir gül gibi devam etmeye çalışıyordu hayatına.
Ben uykuya dalmak için hazırlanıyordum. Ama ablam Meryem gözlerini tavana dikmiş, sinirle tavanda dolaşan sineklere bakıyordu. "Ona bunun hesabını soracağım" diye kısık bir ses tonu ile söyleniyorken, babamın gelmesini gözlediği belliydi. Ben, her ne kadar onu sakinleştirmeye çalışsam da olmuyordu. Ablamın siniri bir türlü dinmiyordu. Babamın eve geldiği, sokağın başından duyulan söylediği türküden belli olmuştu. Ablam bir hışımla yerinden kalktı ve etrafını saran tahtaları küflenmiş camın önünde duran perdeyi araladı.
Sokaktaki sokak lambaları hariç, içeriye süzülen hiçbir ışık yoktu. Babam sinirle kapıyı ayağı ile tekmeledi ve annem sakince kapıyı açtı. Sadece 10 saniye kadar kapıda beklemesine karşın bu bile onun sinirlenmesi için yeterli bir sebepti. İçeri girer girmez havada uçuşan hakaretler, bağırmalar kulağımızı tırmalıyordu. Ablam o anda elini yumruk yaptı ve dışarı çıktı. Ben de panik ile onun peşinden çıktım. Ablamın kahverengi gözleri nefretle babama bakıyordu. Babam bir anda bize doğru döndü ve sinirle bakışlarını ablama yöneltti. Ablam , "Annemi de beni de rahat bırak! Bir tane karton parçası için beni azarladın. Şimdi de anneme bağırıyorsun, yeter artık!" diye bağırdı bedeninden taşan cesaretinin taşıdığı cılız sesi ile. O anda evde büyük bir kıyamet koptu. Ne annem kurtulabildi bu kıyametten ne ablam, ne de ben... Babamın bağırmaları, yerinden kaldırıp attığı masadan yere dökülerek tuzla buz olmuş bardak parçaları, korku ile uyanan kardeşlerim... Hayatımda hatırlamak istemediğim gecelerden biri de işte o geceydi. Hepimiz korkumuzu yaşaya yaşaya geceyi sabah etmiştik. Gözyaşlarımız eşliğinde...
Ertesi sabah çok farklı bir sabaha uyandığımız, babamın bizden önce kalkıp yere serilen döşeklerimizin başında durmasından belliydi. Elinde anahtarlığı ile oynayarak derin ve gür sesi ile, "Hadi artık kalkın!" diye bağırdı. Annem de o gece yanımızda yatmıştı. O güne kadar en büyük acımız bu sanıyorduk. Oysa ki bu acı, çekeceğimiz acıların yanında neydi ki...
Babam, "Bana bak Emine, bu kızın dilini bu kadar sen uzattın. Sen terbiye edemedin, bak beceriksizliğin yüzünden gece sinirden zorlukla uyudum" diye sinirle anneme bağırıyordu. Sonra anahtarlığını sallaya sallaya ayak ucumuzda dolaşmaya başladı. Biz korku ile yataklarımızdan doğrulmuş, yorganı başımıza kadar çekmiş ve onu dinliyorduk. Annem, "Yapma Ali, bak kız korkuyor. Bu korku ile okula da gidemez, geri kalır okuldan" dediğinde babam sert bir kahkaha patlattı. "Ne okulu Emine? Sen ne okulunu diyorsun bana? Bana o kadar asilik etsin, daha ben de onu okula göndereyim öyle mi?" dedi. Ablam, "Ne yani okula gitmeyecek miyim?" diye sordu ağlamaklı sesi ile.
Babam,başını kaldırdı. Bakışlarındaki sertliği ablama yönelterek, "Gitmeyeceksin Meryem. Bugün görücülerin gelecek. Zaten yaşın da geldi. Hem bir vakittir soruyorlardı. Madem dilin bu kadar uzadı daha da evimde duramazsın. Git koca evine ne halin varsa gör. Bir de seni mi besleyeceğim?" diye konuştu. Annem, "Olmaz Ali olmaz! Kız daha 18'ine geçen hafta bastı. Bu sene son senesi. Okulu bitmedi. Ne evlenmesi?" dedi çaresizce.
Annem, belki de hayatında ilk kez karşı çıkıyordu babama. Türlü hakaretler duyduğunda karşı çıkmamıştı. Dayısı, onu kendinden 15 yaş büyük bir adama gelin olarak verdiğinde de karşı çıkmamıştı. Ancak şu anda kendi kızı, Meryem'i canından koparılmak istenince daha fazla dayanamamış ve ağzını açmıştı. Babam, "Aklınız başınıza gelmedi herhalde" dedi. Sonra sinirle dün gece devrilen masanın yanına gitti ve bağırmaya başladı. "Dün gece çıkan kıyameti unuttuysanız yeniden hatırlatayım!" dedi sert bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirerek. Ufacık Kadir bile; babam sinirle yine eşyaları kırılacak, hepimize bağıracak diye korkmuş, ablası Filiz'e sığınmıştı. Babam, "Onu bunu bilmem. Akşam görücüler geliyor. Yarın da bu kızın nikahı kıyılıyor ve bu evden koca evine gidiyor. O kadar" dedi ve kapıyı çarpıp çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YELDA
Romance(Hikayede yazılanlar tamamen hayal ürünüdür. Romantizm Günleri 2024 yarışması için yazılmaktadır.)Hikayeyi anlatmaya nereden başlasam bilmiyorum. Çünkü neresinden başlasam karanlık... Hem de uzun bir karanlık... En iyisi karanlığın en başından başla...