Günler günleri, mevsimler mevsimleri kovalıyordu. Kalbim ise artan ritmi ile Ayhan ile evleneceğim günü kovalıyordu heyecanla. Ayhan askere gitmişti. Arada mektup gönderiyordu bana. İlginç şekilde o da bana vurulmuştu ilk bakışta. Askere gittikten sonra gelen ilk mektubunda bunu yazmıştı.
O mektubu ufacık katlamıştım ve pazardan aldığım kalp şeklinde, içi boş olan bir kolyenin içine yerleştirmiştim. Sanırım ömür boyu boynumda taşıyacaktım bana yazdığı o mektubu.
Aslında, saklayacağım sadece ona ait mektup değildi. Ayhan, şiir okumayı çok seviyor; aynı zamanda ufak tefek şiirler de yazıyordu anlattığına göre. Bana bir dörtlük yazmıştı o ilk mektubunda. Ben, nasıl ki onun zümrüt yeşili gözlerine vurulduysam; o da gece gibi saçlarımın altında taşıdığım, bal peteğini andıran kehribar gözlerime vurulmuştu ilk bakışta. Onu, yanımda hissetmek istediğim her an kolyemi açıyor, içinden özenle bana yazdığı mektubu çıkarıyor ve o dörtlüğü bir daha okuyordum ona kavuşacağım günü hasretle beklerken.
Kehribar gözlerinin vurgunuyum,
Kayboldum gün ışığını andıran bal peteğinde.
Bakışına, sözüne, gülüşüne...
Esirim, acizim, meftunum...
Diye yazmıştı bana yazdığı dörtlüğünde Ayhan. Ama az kalmıştı. 2 gün sonra Ayhan gelecek ve haftaya düğünümüz gerçekleşecekti. Babamın keyfine diyecek yoktu. Bu sene ektiği ekinler iyice olgunlaşmıştı ve hasat zamanı çok yüklü bir miktar para kazanmayı bekliyordu. Düğün zamanım yaklaştıkça tarlaları üzerine alacağı için pek bir mutluydu. Aslında onun bu mutluluğu beni de mutlu ediyordu.
Şöyle bir düşününce, ablamın düğününün olacağı zaman çok üzülmüştük. Hazırlıkları gözümüzün yaşı ile tamamlamıştık. Ama şu anda ben de evlenmek istediğimden, güle oynaya yapıyorduk düğün hazırlıklarını. Annem de bu durumdan çok mutluydu. Ben, sevdiğim adamla evlenmek üzere çıkacaktım baba evimden. Hem de Filiz'i ameliyat ettirecektik tarladan gelen para ile. Yani hepimiz çok mutluyduk şu sıralar.
Üstelik, bu mutluluğumuza mutluluk katan bir olay daha olmuştu. Haftaya gerçekleşecek düğünüme ablam da gelecekti. Hem de yeni doğan yeğenimi de görme fırsatım olacaktı. Evet, ben teyze olmuştum. Mini mini bir adam katılmıştı hayatımıza. Burak'tı yeğenimin adı. Ablam birkaç mektubunda fotoğrafını göndermiş, annem ve ben gözyaşı döke döke sevmiştik Burak'ımın fotoğrafını.
Ablamla koca bir yılda sadece 3 kez mektuplaşabilmiştik. Onun dışında ne telefonla görüşmüştük ne de yüz yüze. Onu en son, uçmaya korkan bir kuş gibi uğurlamıştık baba evinden. Acaba neler yaşamıştı Fransa'da, acaba mutlu muydu? Mektuplarında mutlu olduğunu yazmıştı ama o Nuriye hanımla mutlu olmasına imkan yoktu. En azından artık tutunacak bir dalı vardı. Burak'ı çok sevdiğini yazıyordu mektubunda. Ben de canım yeğenimi görmek, mis kokusunu yüreğime çekmek için dört gözle bekliyordum.
Nihayet beklenen gün gelmiş ve düğün günüm gelip çatmıştı. Doğum günümden bir gün sonra düğün günümdü. Düğün sabahı, Tahir efendi ve Ayhan, tarlaları babamın üzerine yapmışlardı. Sonra da bunu kutlamak için bize gelmişlerdi. Tahir efendi ve babam kahkahalarla girmişlerdi içeri. Babam, Tahir efendiye bir fıkra anlatmış, Tahir efendi de ağzına yaptırdığı altın dişleri ile ona kahkaha ile karşılık vermişti.
Onlar içeri girmişler, Ayhan da arkalarından görünmüştü. Ayakkabısını çıkarmak için eğildiğinde benim de elimde soğuk şerbetler vardı ve evin girişinde onunla göz göze geldik. "Hoş geldin" dedim sesimdeki heyecana engel olamayarak. O da ayakkabısını çıkararak içeri girmiş ve "Hoş buldum" demişti aynı heyecan ile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YELDA
Romance(Hikayede yazılanlar tamamen hayal ürünüdür. Romantizm Günleri 2024 yarışması için yazılmaktadır.)Hikayeyi anlatmaya nereden başlasam bilmiyorum. Çünkü neresinden başlasam karanlık... Hem de uzun bir karanlık... En iyisi karanlığın en başından başla...