4. BÖLÜM ACI VEDA

22 9 9
                                    

     Ablam, evleneli bir hafta olmuştu. Cemil efendi ve Nuriye hanım ablamı da yanlarına alarak evimize ilk kez geliyorlardı. Ablam, bıraktığım ablam değildi. Canlı kanlı bir insan gibi değil de bir hayalet gibi yürüyordu onların yanında. Otur dedikleri zaman oturan, kalk dedikleri zaman kalkan bir kukla olmuştu adeta. Üstelik ablam gibi asi, dik başlı bir kız söylenilen her şeyi yapıyor, hiçbir şeye itiraz etmeden kendisine yöneltilen emirleri eksiksiz yerine getiriyordu.

     Annem onu görür görmez anlamıştı mutsuz olduğunu. Zaten anlamasına ne gerek vardı ki? Bu şekilde gelin giden hangi kız mutlu olabilirdi? Annemle ablamın yalnız konuşmasına bile izin vermiyorlar, ikisi mutfakta birkaç kelime konuşmak için bir araya gelse hemen Nuriye hanım yanlarında bitiyordu. Sert, sorgulayıcı bakışlarını ablama yöneltirken adeta bakışları ile ona hesap soruyordu.

     Bir saat, belki de biraz daha fazla oturdular bizim evde. Babamla Cemil efendi konuştular. Babamın keyfine diyecek yoktu. Cemil efendiden aldığı para ile altına bir araba çekmiş, üstünü başını da düzeltmişti. Ama ne bana, ne anneme, ne de içinde bulunduğumuz geceleri küflenmiş tahtaların sardığı pencerelerinden soğuk rüzgar giren kerpiç eve hiçbir şey yapmamıştı. Hadi bizi geçtim. Ufacık Kadir'e bir oyuncak bile almamış, Filiz'imin tedavisi için gerekli parayı hastaneye vermeyi zaman kaybı olarak görmüştü.

     Filiz günden güne eriyordu. Bembeyaz teni üzüntü ile solmuş sararmıştı. Çok fazla ayakta duramıyor,biraz ayakta dursa yeniden uzanmak için kendini kanepeye atıyordu. Nefes alamıyordu benim zavallı Filiz'im. Eriyordu, kuruyordu tazecik Filiz'im...

     Bir anda hareketlendiler. Onların ayağa kalktığını gören ablam da bir anda ayağa kalktı. Nuriye hanım, "Hadi bakalım Meryem gelin, vedalaş ailenle. Bir daha ne zaman görürsün Allah bilir" dedi kibiri sesine yansıyarak. Annem gözlerini ayırarak Nuriye hanıma döndü ve, "Sen ne diyorsun Nuriye bacı? Ne demek ne zaman görürsün, nereye gidecek ki benim kızım?" diye sordu. Nuriye hanım, "Sana söylemeyi unutmuşuz Emine bacı. Bizim dayı oğulları Fransa'da çalışıyorlar. Cemil de ne zamandır orada çalışmak için bekliyordu. Sonunda haber çıktı. Daha çok para kazanacağı güzel bir iş buldu damadın. Gidip orada yaşayacağız artık" dedi.

     O, lafını tamamlar tamamlamaz annem eli ile ağzını kapattı ve ağlamaya başladı. Bunca yıl yanında yatırdığı süt kuzusu dünyanın öbür ucuna gidiyordu. Üstelik de bir daha görebilir miydi kendisi de bilmiyordu. Ablamla karşılıklı ağlayarak kucaklaşmışlardı. Ben de onlara sarıldım. Ablamın mis kokusunu içime çekiyordum gözyaşlarımla. Ama ayrılık vakti gelmişti. Daha bir ay önce aramızda gülüşerek şakalaştığım, dertleştiğim, ben beni bildim bileli ömrümün beraber geçtiği canım ablam şimdi hiç bilmediğim insanlarla hiç bilmediğim topraklara gidecekti. Bir daha görebilecek miydik acaba onu? Cevabını hem merak ettiğim, hem de duymaya çekindiğim sancılı cümlelerle doluydu beynim...

     Cemil efendi elinde anahtarlığını sallayarak kapıya doğru yol aldı. Onun arkasında da evin içine aşağılayıcı bakışlarını süzdürerek yürüyen Nuriye hanım vardı. Ablam... Ah ablacığım... En arkada kafasını yere eğerek onları takip ediyordu. Cemil efendi, "Hadi eyvallah Ali efendi. Kim bilir ne zaman görüşürüz? Sen Meryem için hiç tasalanma.Rahatı yerinde olacak" dedi. Babam, "Ne tasalanacağım Cemil damadım? O artık senin nikahlı karın. Benim çatımda değil. Artık o sana emanet" dedi ve sert bakışlarını ablama doğru yönelterek, "Sakın Cemil damadımı ve Nuriye bacıyı üzmeyesin. Senin tek evin onların yanıdır. Onların lafını ikiletmeyesin" dedi ve elini öpmesi için elini ablama doğru uzattı.

     Ablam sessizce babamın elini öptü. Gözünden sel misali yaşlar süzülüyordu. Ama nafileydi. Giderken son bir kez Kadir'i öptü. Ayakta durmakta zorlanan hasta Filiz'e sarıldı. Bana sarıldı. İçten içe gitmek istemediğini gözlerinden anlıyordum. Sessiz sessiz çığlık atıyordu sanki ablam. Ama duyan olmuyordu. Anneme sarıldı, "Elveda annem" dedi titreyen sesiyle. Sanki koca evine değil de mezara gidiyor gibiydi. Annem de kızını yuvasına gönderiyor gibi değil, toprağa defnediyor gibiydi. Gözyaşları içinde bir daha ne zaman göreceğimiz meçhul olan ablamı Cemil efendi ve Nuriye hanımla yolcu ettik.

     Onlar gider gitmez babam Filiz'e, "Filiz kızım hele şu dünürlerin getirdiği tatlıdan bir tabak getir bana" diye bağırdı. Filiz kendini taşımakta zorlanıyordu. Tatlı tabağını nasıl taşıyacaktı? Ben onu yerine oturtarak, "Ben getiririm" dedim. Daha gözümüzün yaşı kurumamıştı. Annem ağlamaktan helak olmuş, elini ağzına götürerek pencereden bakıyor ve hıçkırarak ağlıyordu. Ama babamın tek derdi getirilen tatlılardan yemekti.

     Babam annemin ağıdına sinirlenmiş ve, "Ne ağlarsın Emine? Kızın ölüme gitti sanki. O artık koca evinde. Baksana, daha çok para kazanacakları güzel bir iş bulmuşlar. Şimdi bunlar bir eli yağda bir eli balda yaşar. Kadın, az sevin ağlayacağına" diye bağırdı. Annem, babama sesini çıkarmaya korkardı. Çünkü babam ona olmaz eziyeti ederdi. Hele de bizi de üzer diye hiçbir şey demez, içine atardı zavallı kadın. Hiçbir şey demeden sesini biraz azaltarak gözyaşı dökmeye devam etti.

     Ben, içeriden tatlı tabağını getirdim ve babamın önüne koydum. Tatlı tabağını babama uzatırken bir damla gözyaşım tatlının üzerine düştü. Babam, "Ne olacaktı ya? Yetiştirdiğin kız da sana benziyor! Ölü çıktı sanki evden. Tatlıyı da zehir ettiniz bana" dedi ve tatlı tabağını aldığı gibi duvara vurarak paramparça etti.

     Küçücük Kadir, olanlardan korkmuş ve annemin eteğine sığınarak "Korktum anne" diye fısıldamıştı. Filiz'in zaten zayıf olan kalbi bu kadar yoğunluğa dayanamamış, bir anda Filiz'im yere yığılıp kalmıştı. Annem korku ile eteğindeki Kadir'i bıraktı. Filiz'e koştu. Filiz, yerde zorla nefes alıyordu. Babam ayağa kalktı ve bana bağırmaya başladı. "Hepsi senin yüzünden beceriksiz kız. Senin de sonun ablan gibi olmalı! Siz koca evine gitmeden bana huzur yok!" dedi ve kapıyı çarparak dışarı çıktı.

     Ne korkudan titreyen Kadir, ne yerde nefes almak için çabalayan Filiz, ne korkudan donup kalan ben, ne de tüm bunlardan helak olan annem umurundaydı. Zaten dünyanın bir ucuna giden, üstelik de bir daha ne zaman geleceği belli olmayan kızı umurunda olmamıştı. Tek umurunda olan keyfinin kaçmasıydı. Babam, kapıyı çarparak gitmiş ve biz kendi çaresizliğimizle baş başa kalmıştık. Hem de bir kez daha... 

YELDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin