[1] what happens to a child who isn't loved properly?

62 8 446
                                    


" Test sonuçlarını mail olarak gönderdim sana Nakajima. Haklıymışsın. Kızın babası sensin."

Kulağıma dolan sesle beynimden vurulmuşa döndüm. Telefon parmaklarımdan kayıp gitmesin diye insan üstü bir güç sarfetmem gerekti.

Nefes almayı bile birkaç saniyeliğine unuttuğumu farkettim.

" Nakajima?"

Gin birkaç kere ardı ardına bana seslendiğinde konuşacak gücü zar zor bulabildim. " Tamam...Sağol Gin. Ben seni sonra ararım."

Telefonun diğer ucundaki kızdan ses gelmeyince aramayı sonlandırdım. Gözlerim dolarken ne umut ettiğim hakkında düşündüm. Zaten şüphelendiğim için DNA örneğini Gin'e vermemiş miydim? Zaten kendimi buna hazırlamamış mıydım? O halde ağlamam için de bir sebep yoktu.

Burnumu çekip parmaklarımla direksiyonda bir ritim tutturdum. Düşünmek için kendime biraz zaman verdim.

Beni terk etmesini bir noktaya kadar anlayabilirdim ama benim kızımı benden nasıl olur da saklayabilirdi? Benden ayrılırken hamile olduğunu biliyor muydu? Öğrendiğinde bile bunu bana söylemesi gerekmez miydi? Her şeyi geçtim dört yıl boyunca onu nasıl bu kadar iyi saklamayı başarmıştı?

Elimde olsa onu ikinci defa düşünmeden öldürürdüm. Gerçekten Lucy'yi öldürürdüm. Bunu cidden yapardım.

Ama o kızımın annesiydi. Şu zamana kadar birçok çocuğu öksüz bıraktığımdan haberim vardı. Ama kızım onlardan birisi olmayacaktı. Bunu ona yapamazdım.

Lily'nin karşısına çıkacaktım. Orada bir yerlerde bir babasının olduğunu bilmek onun da hakkıydı. Doğru zamanı kollama gibi bir derdim de yoktu. Bugün bu iş olup bitecekti ve ne ben daha fazla bekleyecektim ne de kızım bekleyecekti.

Sokağında beklediğim otelin kapısında görmeyi beklediğim ikiliyi görünce ne hissedeceğimi bilemedim. Lucy üzerindeki siyah paltosuyla yere çömelmiş kızımızın atkısını düzeltiyordu. Dudaklarının oynamasıyla konuştuklarını anladım. Birazdan parka gideceklerini Lily'nin ön frenini sıkı sıkı tuttuğu, üzerinde oyuncak bebek deseni olan pembe bisikletinden anladım ve Lucy'nin onu tembihlediğini varsaydım. Bu 15-20 saniyelik anda bile onun kanadalı genlerinin benim japon genlerime nasıl baskın geldiğini tekrar anlamış oldum.

Onlar yavaş adımlarla ilerlemeye başlarken, ben arabanın farlarını yaktım. Saat akşam beşe geliyordu. Kış mevsiminde olduğumuz için hava erken kararacaktı. Onların da parkta fazla vakit geçirmeyeceğini bildiğimden hemen bu işi halletmeliydim.

Park zaten otelin birkaç sokak arkasındaydı. Onların ardında kaldığım ve arabayla ilerlediğim için araya mesafe koymuştum.

Parka ulaştığımızda Lily bisikletini annesine bırakıp tüm hızıyla kaydıraklara koştu. O an onların yanında benim de olabileceğim ihtimaliyle ölmek istedim. Kızımı yalnız bıraktığım için ölmek istedim. Yaptığı her şey için Lucy'nin ölmesini istedim.

Arabayı parkın çitlerinin hemen yanına park ettim. Tek başımaydım, yanımda bir çocuk da olmadığından dikkat çekeceğimden emindim. Normalde çocuğu olmayan birinin çocuk parkına gitmesi epey tuhaf kaçardı, pedofili olduğumu bile düşünebilirlerdi. Neyse ki şansıma parkta Lucy ve Lily dışında sadece salıncaklarda sallanan iki tane ortaokul çağında çocuk vardı.

Yaklaşık bir 15 dakika sonra Lily kaydıraklardan sıkılmış olacak ki annesinin yanına koştu. Bisikletini ondan alıp gidecekken Lucy onu durdurdu. Ne konuştular duyamıyordum elbette ama Lucy'nin eğilip bisikletin yardımcı tekeriyle uğraşmaya başlayınca bisiklette bir sorun çıktığını anladım.

Fırsat bu fırsattı.

Lily hareketli bir çocuktu. Henüz dört yaşındaydı ve annesinin bisikleti onarmasını bekleyecek sabrı da yoktu. Zaten oldukça büyük olan parkın girişindeki dönenceye doğru koştuğunda harekete geçmem gerektiğini biliyordum. Daha fazla beklemeden arabadan indim.

Göz ucuyla parkın öbür ucunda hâlâ bisikletle uğraşan kızıl saçlı kadına baktım.

Parktan içeri adımımı attığımda zaten dönence ve dönencenin içinde oyuncağı döndürmeye çalışan kızım birkaç adım sağımda kalıyordu. Lily birkaç saniyeliğine kafasını kaldırıp bana baktı, sonra oyuncağı döndürmeye çalışmaya devam etti.

Daha fazla zaman kaybedemezdim.

Ne Lucy ne de başka biri bakmıyorken hızlıca kızımın omzunu kavrayarak ağzını kapattım, çevik bir hareketle onu tek omzuma aldığımda kafası karıştı ve çırpınmaya başladı. Hızlıca onu arabanın arka koltuğuna bindirirken salıncaktaki çocuklardan bir ses yükseldi.

" Çocuk! Çocuk kaçırıyorlar!"

Daha fazla beklemeden şoför koltuğuna bindim ve arabayı çalıştırdım. Oradan uzaklaşırken kulağıma Lucy'nin yakarışları doldu. Dikiz aynasından tüm gücüyle parktan çıkıp arabanın arkasından koştuğunu gördüm.

Hiçbir şey hissetmedim.

Arkamda bir kaos ortamı bıraktığımı biliyordum. Polisi aramasına fırsat vermeden ben daha önce davrandım ve gözümü yoldan ayırmadan telefonuma onun yeni numarasını tuşladım. Arka koltukta tepinen ve annesinden ayrıldığı için ağlayan Lily'yi görmezden gelmeye çalıştım.

Birkaç saniyenin ardından telefon açıldı.

Ben hiçbir şey demiyordum, o hiçbir şey demiyordu ama hıçkırıklarını ve burun çekişlerini işitebiliyordum.

En sonunda telefonun öbür ucundan yıllardır duymadığım sesi kafamın içinde yankılandığında gözlerimi kapattım.

" Sen olduğunu biliyorum Atsushi."

Sesi sonlara doğru çatlayıp kısılırken cevap vermedim.

" Kızımdan ne istiyorsun orospu çocuğu?"

Sesi bu sefer öfke dolarken gülmeden edemedim. " Kızımla baba-kız vakti geçirmek için de mi senden izin alacaktım?"

Telefonun öbür ucundaki sessizlikle yüzümdeki gülümseme daha genişledi. " Neyden bahsediyorsun sen?"

" Her şeyi biliyorum Maud. Sana bir adres göndereceğim, bu akşam saat yedide orda ol. İstersen polisi de arayabilirsin, keyfin bilir. Ama bence deneme bile."

•_•_•

deccal atsushi mmmhmmm

deccal atsushi mmmhmmm

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
house of balloons 卍, atsulucy Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin