Yeni bir GXG'ye başladım, bir çoğunuz beni Jenlisa yazarı olarak tanır. Ancak şu vakitten sonra sadece GXG'lere ağırlık vereceğim. Vereceğiniz tüm destekler beni mutlu edecektir. Umarım değerlendiği günleri görürüz.
Kitabımızın şarkılarını "Still Dont Know My Name ve Dedüblüman - Yetemedim olarak ayarladım..
İyi okumalar dilerim.
,-----,
Ben bugünde yaşıyorum. Bu bir isyan etme değil, Ben BU Günde yaşıyorum. Ben yaşadığımı hissediyorum ve bunu hissetmekte aynı şekilde çok farklı hissettiriyor.
Gel gelelim sebebine, başı şöyleydi ki, ya da aslında uzunca anlatmak gerekirse hikayem şöyle başladı;
Yıllar boyu yolumun düşmesini bile istemediğim Eskişehir'i bir hata ile tutturduğumda hayatımın bu denli değişeceğini bilmiyordum. Üniversite tercihlerinde babamın zoru ile en sona yazmıştım.
Bu kaderimi değiştiren düşüncenin ardında Eskişehir'den tiksinme sebebim ise akrabalarımızın çoğunun orada olmasıydı. Ben oraya atansaydım beni Halamın yanına yollar ve onun kem gözlerine ve sözlerine beni mahkum ederdi, etti.
Babamın sert sesinin ardından kalbini kırmamak için sona eklediğim Eskişehir, puanımın oldukça altında kalıyordu. Gerçekten çok çok altında bir üniversiteydi. Her bölümü rastgele yazdığım gibi Eskişehire'de sallayarak yazdığım bölüm Hukuk'du
O zavallı günümü hatırlıyorum, aldığım 410,5 puanım, 10 bininci yerleşmem ile istediğim Koç Üniversitesi elimden kayıp gitmişti. İnanamadığım şekilde kayıp gidişinin ardından Hacettepe'de yok olmuştu.
Karşımda gördüğüm tek şey, Eskişehir'in kocaman harfleri ile yazılmış ''ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ'' idi.
410 Puan ile Koç üniversitesine yerleşememiştim... Ki bunun nasıl olduğunu bile anlayamamıştım.
Ancak Eskişehir'den önce ne olur ne olmaz diye yazdığım Mardin'e bile yerleşememiş miydim? O insanların dırdırını çekmemek için aşiretlilerle ortam yapmaya bile hazırdım.
O günkü zavallı yakarışlarım 3 ay sonra açılacak okulun sabahına kadar kocaman bir fırtınaya dönüşmüştü. 4 Eylül Sabahında daha kargalar sıçmığını bile yememişken, beynim daha gözlerimi bile aralamamışken ben annem ile babamın odamda depar atarak telaşlı bir şekilde bavulumu hazırlamasını izliyordum.
Gören Mit ajanıyım önemli bir göreve 5 saatte gitmem gerekiyor sanırdı.
Okulların açılmasına daha 10 gün vardı ancak Halamın yanına gelen diğer kuzenim Işıl ile Babam işkillenmiş ve "Kuzenin geldiyse hızlıca gidin kaynaşın" diyerek beni siktir edercesine dolabımdaki tişörtleri çıkarmıştı.
Üzgünce anneme bakarken diledikleri tek şeylerin akrabalar arasında kendi çocuklarının Üniversite okuyacağını duyurmaktı. Koca sülalede bi Işıl bir de biz okuyorduk, şansa aynı şehir ve aynı okula düşmüştük. Bu da aileler arasında rekabet demekti.
Gözlerimi ovuşturup kendime gelirken kaskatı kesilerek Anneme baktım, ''Anne tamam, bırak onu ya babam görecek ne bu rahatlık!" diye haykırışlarımın ardında annem şok olmuşçasına dolabımdan çıkardığı siyah dantelli bustiyeri sergiler gibi havaya kaldırmıştı. "Bayrak gibi sergile istersen." dediğim an yediğim ölümcül bakışların ardından sustum. Annem ile bu şekilde anlaşırdık, ben susar o gözleri ile beni yer bitirirdi. Özel bir özelliği vardı, Konuşma engelliydi.
Fazlasıyla özel anneye sahip olmamın yanı sıra azarından asla ödün vermezdi, 3 saat süren çilenin ve babamın kendi kendine bağrışmalarının ardından kendimi evden atarak derin bir nefes vererek etrafa baktım.
İstanbul Kartal, Güllübağlar Caddesi. Asla özlemeyeceğim mahallenin kirli sokaklarına bakarken derin bir iç çektim, burnuma gelen bok kokusu ile yüzüm ekşimişti.
Bavuluma aldığım küçük ayıcığım Bongo ve Çocukluk arkadaşım olarak bildiğim ancak ismini asla hatırlamadığım kızın "Bunu sakla, yıllar sonra karşına çıktığımda isteyeceğim." dediği mor küçük kiliti de almıştım. Başka bir şey almama gerek yoktu.
Arkamdan gelen babam arabanın bagajına bavulumu koyup ellerini çırptığında gözlerini kısıp çok yorulmuşçasına ağzını araladı. Gülümsedim. "Kocaman kız oldun ve gidiyorsun ha." dediğinde dokunaklı konuşmasına güldüm. Baba daha 4 saat yolumuz var bence veda vakti değil.
Annem gülümseyerek yanımıza sıvışmış, işaret dili ile "Arabaya geçte artık gidelim." dediğinde babam ve kendisi 2000 model tofaşın yanına ilerlemişlerdi.
Asla özlemeyeceğim Güllübağlara bakarken üzgünce baktım. Bu üzgünlüğümün sebebi buraya taşındığımızdan beri 8 yıldır bir arkadaşımın bile olmamasıydı, insanları sorunluydu. Mahalle sorunluydu. Lisem zorbalık ile geçmişti. Varoş, keko, zorba ve okul ağaları ile dolu olan liselerinden midem bulanırdı. Benim sevdiğim her şeyi almıştı Güllübağlar.
Küçük sokak köpeğimiz Bongo öldürülmüştü bu yüzden ayıcığımın ismini Bongo koymuştum. Kimse adaletini aramamıştı, ailem üzgün olan beni teselli ederken taşınmamızın ilk yıllarının kabusu bununla sınırlı kalmamıştı.
Tek arkadaşım olan Sarp öldürülesiye dövüldüğünde onuda benden almışlardı. 14 Yaşındaki çocuğu bıçaklamış hayatından etmişlerdi. Sokakta küçük çocuğu bırakın ne hayvan ne de bir çiçek tohumu geçerdi.
Arkamı dönerek hızlıca tofaşın kapılarını araladım ve gözlerimi yumdum. Etrafına bakıp kokusunu bile çekmek istemediğim mahalleden sessizce ayrılırken ara sıra kafam tavana vurmasına rağmen aralamamaya çalıştığım gözlerim babamın açtığı Yavuz Bingöl - Kara Tren Türküsü ile yavaşça aralanmış idi. Kapattığım gözlerim süreç zarfında sadece beni mahalleden uzaklaştıracakken küçük bir kestirişe dalmıştı.
Asker ormanlarından geçerken boşluğa düşen ve ufku gözükmeyen yeşil dağlar ile camı araladım. Temiz koku burnuma dolduğunda gözlerimi kırpıştırdım. Belki de Eskişehir sandığımdan daha eğlenceli bir şehir olacaktı. Halamı saymazsak tabii.
Hikayem böyle başlamıştı.
YOU ARE READING
Yalancıdan Mektuplar // GXG
Mystery / ThrillerEsmer tenimin üzerine konan kızıl saçların, yalancı beyaz öpüşlerin albenisindeydim. Katilimin ellerindeydim; mürekkebi benim kanım, duyguları benim hüznüm, ele alış şekli benim kederim, mektupları benim ölüm fermanımdı. Yalancılar için son durağın...